“Burası
hep kaçılası bir
yer olmuştu, hep
kızgındık buraya
ve içindekilere;
bu kadar çok
güzelliğin yanında
bulundurduğu
çirkinliklere.’’
mizi bir nostalji dalgası ele geçirdi ve
inandık, her şeyin en azından hayal
ettiğimize yakın olduğuna. Hiçbir şey
şu an hissettirdiği kadar kötü hissettir-
memişti çünkü hiçbir şey bu kadar içi-
mizde, yakınımızda gerçekleşmemişti.
Yine de bir zamanlar tutunacak daha
fazla şey olduğu doğru, önem verdi-
ğimiz şeylerin çoğunu kaybetmeye
de başlamamıştık belki ama “Burada
hiçbir şey yok, gideceğim buradan…’’
cümlesi bundan 10-20 sene öncesin-
de de dudaklardan eksik olmuyordu.
İstanbul hep kaçılası bir yer olmuştu,
hep kızgındık buraya ve içindekilere,
bu kadar çok güzelliğin yanında bu-
lundurduğu çirkinliklere. Sadece eli-
mizden kayıp gidenlerle beraber daha
da sinirlendik, elimizde hiçbir şeyin
kalmadığı düşüncesi her gün kulakla-
rımızda ve akıllarımızda çınladı. Yapa-
bileceğimiz tek şeyin buradan kaçmak
olduğunu düşünüp, her bir kaleyi terk
etmeye başladık, hepimizin önüne ne
sunulursa onu kabul ettik, seslerimiz
gittikçe kısılmaya başladı. “Gidince
bunu yapacağım, her şey şöyle olacak,
her zaman mutlu olmaya ihtiyacım
yok ama en azından yıllardır burada
olmayan huzuru bulacağım…’’ Aynıla-
rını ya da benzerlerini sizler de söyle-
mişsinizdir mutlaka. Hele çok büyük
bir kalabalıktan, tek bir ağızdan, tek-
rar tekrar bu cümleleri duydukça tüm
bunların sizi İstanbul’dan daha çok
bezdirdiğini fark ettiğiniz ana hoş gel-
diniz. Bahaneler tükendi! Her şey bu-
rada, hep burada oldu. Kendimiz bir
şeyler yapmaya başlamadıkça hiçbir yer
de bize bir şey geri vermeyecek. Evet,
bulunduğumuz coğrafyanın gerçekleri:
‘’ben’’den çok ‘’biz’’ olmamız gerekecek,
hep önümüze hayatımızı durduracak
olaylar serilecek, diğer her yerden daha
çok çabalamamız gerekecek ve en niha-
yetinde bu çabaların meyvesi genellikle
hak ettiğimizi düşündüğümüz şeyler
olmayacak. Ama bizlere bu şehir ka-
dar aynı anda kızgın, huzurlu, şaşkın,
mutlu hissettiren başka hiçbir şehir de
olmayacak. Her şeyin bu kadar iç içe,
bir o kadar taban tabana zıt oluşunu
çoktan kabullendiğimizi kabulleneceğiz.
Her bir adımımızda bizi güzelliğiyle ve
çirkinliğiy le boğmaya devam edecek.
Kargaşa, kaos, iğrençlik, kalabalık, bit-
meyen stres, stres ve stres. Hiçbiri yok
olmayacak, en azından yakın bir za-
manda. Ama burada ya da herhangi bir
yerde var olduğumuz sürece kendimizi
yaptıklarımızla, hissettiklerimizle, söy-
lediklerimizle bir şekilde tanımlamamız
gerekecek ve bunu yaptıkça buradan
daha iyi bir yerde tanımlanmanın ne ka-
dar zor olduğunu hissedeceğiz.
İstanbul; lanetli bir yer, haddinden gü-
zel olan her yer gibi. Bir yerlere gidece-
ğiz, başka yerlerde yaşayacağız ama bir
kere İstanbul’a evim diyenlerin evi hep
burası olacak. Burayı sevmeyi öğrenmek
hem zor hem de uzun zaman alıyor, öyle
ki çabuk da unutuluyor, öyle ki bir üst
jenerasyon ve ondan öncekiler bile git-
me düşüncesine kendi adlarına, bizim
adımıza sıkı sıkıya tutunuyorlar. Evi-
mizden geriye bir şey kalmadığını savu-
nuyoruz uzun zamandır; her birimiz
terk edersek ve oturduğumuz yerden
şikâyet etmeye devam edersek bir gün
dönmek istediğimizde hiçbir şey kal-
madığını göreceğiz. Söylediklerim bir
yandan günlük hayatta olmaya devam
edenlerin yanında aşırı pozitif, hayalci
ya da nasıl adlandırırsanız öyle gele-
bilir zaten öyle de olabilir. Ama artık
bizi ayakta tutacak ve her şeyi drama-
tikleştirmekten kurtaracak bir şeylere
ihtiyacımız var. Ve bu şeyler, bu şehrin
her köşesindeler, bulunmayı ya da si-
zin tarafından yaratılmayı bekliyorlar.
Bu şeyleri bulabilecek ya da yaratabi-
lecek kadar ‘’ayrıcalıklı’’ olanlar olarak
en büyük sorunumuz burada kalmak
ya da buradan gitmek olmasın, yaptı-
ğımız tek şey de şikâyet etmek. Bize
her şeyi öğreten bir şehir çünkü bura-
sı, görmek istiyorsak her şeyi görme-
mizi sağlayan bir şehir. Ağızdan klişe,
romantik cümleler döktürecek güzel-
liği, bu güzelliğin içindeki çarpıklığı,
her şeyin bir bütün oluşunun batan
güneşle beraber yüzünüze vuruşu...
İstanbul, hep bir dönüşüm yaşayacak
ve bizden öncekilerin- bizlerin buldu-
ğu gibi bizden sonrakiler de şikâyet
edecek bir şeyler her zaman bulacak-
lar. Çünkü bu şehir yaşıyor ve bize
korktuğumuz, iğrendiğimiz, sevmedi-
ğimiz ne varsa göstermekten çekinmi-
yor. Ama tüm bu yıkıntıların içerisin-
de hissettirdikleriyle de bize hep bir
şeyler öğretiyor; bize onu her haliyle
kabul etmeyi ve yalnız bırakmamayı
öğütlüyor. P
81