Perspective 36 A2018-3196-PerspectiveSayi36-DUSUK | Page 85

“Burası hep kaçılası bir yer olmuştu, hep kızgındık buraya ve içindekilere; bu kadar çok güzelliğin yanında bulundurduğu çirkinliklere.’’ mizi bir nostalji dalgası ele geçirdi ve inandık, her şeyin en azından hayal ettiğimize yakın olduğuna. Hiçbir şey şu an hissettirdiği kadar kötü hissettir- memişti çünkü hiçbir şey bu kadar içi- mizde, yakınımızda gerçekleşmemişti. Yine de bir zamanlar tutunacak daha fazla şey olduğu doğru, önem verdi- ğimiz şeylerin çoğunu kaybetmeye de başlamamıştık belki ama “Burada hiçbir şey yok, gideceğim buradan…’’ cümlesi bundan 10-20 sene öncesin- de de dudaklardan eksik olmuyordu. İstanbul hep kaçılası bir yer olmuştu, hep kızgındık buraya ve içindekilere, bu kadar çok güzelliğin yanında bu- lundurduğu çirkinliklere. Sadece eli- mizden kayıp gidenlerle beraber daha da sinirlendik, elimizde hiçbir şeyin kalmadığı düşüncesi her gün kulakla- rımızda ve akıllarımızda çınladı. Yapa- bileceğimiz tek şeyin buradan kaçmak olduğunu düşünüp, her bir kaleyi terk etmeye başladık, hepimizin önüne ne sunulursa onu kabul ettik, seslerimiz gittikçe kısılmaya başladı. “Gidince bunu yapacağım, her şey şöyle olacak, her zaman mutlu olmaya ihtiyacım yok ama en azından yıllardır burada olmayan huzuru bulacağım…’’ Aynıla- rını ya da benzerlerini sizler de söyle- mişsinizdir mutlaka. Hele çok büyük bir kalabalıktan, tek bir ağızdan, tek- rar tekrar bu cümleleri duydukça tüm bunların sizi İstanbul’dan daha çok bezdirdiğini fark ettiğiniz ana hoş gel- diniz. Bahaneler tükendi! Her şey bu- rada, hep burada oldu. Kendimiz bir şeyler yapmaya başlamadıkça hiçbir yer de bize bir şey geri vermeyecek. Evet, bulunduğumuz coğrafyanın gerçekleri: ‘’ben’’den çok ‘’biz’’ olmamız gerekecek, hep önümüze hayatımızı durduracak olaylar serilecek, diğer her yerden daha çok çabalamamız gerekecek ve en niha- yetinde bu çabaların meyvesi genellikle hak ettiğimizi düşündüğümüz şeyler olmayacak. Ama bizlere bu şehir ka- dar aynı anda kızgın, huzurlu, şaşkın, mutlu hissettiren başka hiçbir şehir de olmayacak. Her şeyin bu kadar iç içe, bir o kadar taban tabana zıt oluşunu çoktan kabullendiğimizi kabulleneceğiz. Her bir adımımızda bizi güzelliğiyle ve çirkinliğiy le boğmaya devam edecek. Kargaşa, kaos, iğrençlik, kalabalık, bit- meyen stres, stres ve stres. Hiçbiri yok olmayacak, en azından yakın bir za- manda. Ama burada ya da herhangi bir yerde var olduğumuz sürece kendimizi yaptıklarımızla, hissettiklerimizle, söy- lediklerimizle bir şekilde tanımlamamız gerekecek ve bunu yaptıkça buradan daha iyi bir yerde tanımlanmanın ne ka- dar zor olduğunu hissedeceğiz. İstanbul; lanetli bir yer, haddinden gü- zel olan her yer gibi. Bir yerlere gidece- ğiz, başka yerlerde yaşayacağız ama bir kere İstanbul’a evim diyenlerin evi hep burası olacak. Burayı sevmeyi öğrenmek hem zor hem de uzun zaman alıyor, öyle ki çabuk da unutuluyor, öyle ki bir üst jenerasyon ve ondan öncekiler bile git- me düşüncesine kendi adlarına, bizim adımıza sıkı sıkıya tutunuyorlar. Evi- mizden geriye bir şey kalmadığını savu- nuyoruz uzun zamandır; her birimiz terk edersek ve oturduğumuz yerden şikâyet etmeye devam edersek bir gün dönmek istediğimizde hiçbir şey kal- madığını göreceğiz. Söylediklerim bir yandan günlük hayatta olmaya devam edenlerin yanında aşırı pozitif, hayalci ya da nasıl adlandırırsanız öyle gele- bilir zaten öyle de olabilir. Ama artık bizi ayakta tutacak ve her şeyi drama- tikleştirmekten kurtaracak bir şeylere ihtiyacımız var. Ve bu şeyler, bu şehrin her köşesindeler, bulunmayı ya da si- zin tarafından yaratılmayı bekliyorlar. Bu şeyleri bulabilecek ya da yaratabi- lecek kadar ‘’ayrıcalıklı’’ olanlar olarak en büyük sorunumuz burada kalmak ya da buradan gitmek olmasın, yaptı- ğımız tek şey de şikâyet etmek. Bize her şeyi öğreten bir şehir çünkü bura- sı, görmek istiyorsak her şeyi görme- mizi sağlayan bir şehir. Ağızdan klişe, romantik cümleler döktürecek güzel- liği, bu güzelliğin içindeki çarpıklığı, her şeyin bir bütün oluşunun batan güneşle beraber yüzünüze vuruşu... İstanbul, hep bir dönüşüm yaşayacak ve bizden öncekilerin- bizlerin buldu- ğu gibi bizden sonrakiler de şikâyet edecek bir şeyler her zaman bulacak- lar. Çünkü bu şehir yaşıyor ve bize korktuğumuz, iğrendiğimiz, sevmedi- ğimiz ne varsa göstermekten çekinmi- yor. Ama tüm bu yıkıntıların içerisin- de hissettirdikleriyle de bize hep bir şeyler öğretiyor; bize onu her haliyle kabul etmeyi ve yalnız bırakmamayı öğütlüyor. P 81