’’Başıma gelen en güzel şey, acı çekmeye
alışmaya başlamam.’’ sözü ile ruhundaki
güçlü kadının aslında acılara baş kaldırmak
yerine onlara alışmaya çalıştığını dile
getirmişti. Hayat, Frida’nın içindeki güce inat
daha da güçlü bir şeklide karşısına çıkıyordu
her defasında ve her defasında Frida, yeni
bir acıyla dipsiz kuyusunun derinliklerine
doğru ilerliyordu. Bir gün, kuyunun en
dibine geldiği gün tüm acıları son bulacaktı.
Hayatında yaşadığı minik güzellikleri de
beraberinde götürerek bütün ıstırapları onu
terk edecekti. Ne var ki 13 Temmuz 1954’te
Frida kuyunun en dibine ulaşmıştı. Acıları terk
etmişti onu elbet; ancak ruhu da bu karanlık
hayatının ardından gitmişti. Akciğer embolisi
nedeniyle ruhunu kaybeden bir bedendi
artık Frida yalnızca; ama Pablo Picasso’ya
bile “Biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi
bilmiyoruz” dedirten tuvalleri onun acılarla
dolu hayatından kalan tek parça olmuştu.
Frida acılarından kaçmak için çıkış yolunu
bulmuştu artık ve dilediği gibi de bir daha
asla dönemeyecekti ona en karamsar yanını
sunan bu hayata.
Hayatını tüm çıplaklığı ile yansıtmayı
başaran tabloları birçok kişiyi etkisi altına
alırken birçoğu da temellerini attığı düşünce
tarzından etkilenerek Frida’yı kendine
yakın buluyor, onu daha iyi anlamaya ve
tanımaya çalışıyor, hatta günlük hayatının
içine yerleştiriyor. Kendisine karşı olan ilgi
son günlerde giderek arttığından artık Frida
baskılı tişörtler, çantalar, bardak altlıkları
gibi öğeler görmeye alıştık. Bunların bir
adım sonrası ise; Beyoğlu Taksim’de açılan
Frida Cafe. Bu café ve işletmecileriyle ilk
olarak dergi ekibimizden arkadaşlarımız
tanışmış. Adı ve temasından etkilenerek
girdikleri mekanı çok sevmişler, bu yüzden
burada size de bahsetmek istedim. Frida
temasını etrafında hissedip güzel müzikler
eşliğinde keyifli sohbet edebileceğiniz
sıcak samimi çalışanlarının olduğu bir
yer. Okuyucularımıza tavsiyemiz, en yakın
zamanda Taksim Frida Café’ye bir ziyarette
bulunmaları ve bu atmosfere şahit olmaları.
@fridacafebartaksim
@fridaCafeTaksim
Gamze Gediz
37