Optimum Apr. 2018 | Page 21

Sıradan insanların hayatında büyük travma yaratabilecek bir şeye tanık olur. Büyük oğluna hamileyken Bakırköy Akıl Hastanesi’ni görmeye gider. O zamanın Bakırköy’ü kabus.Çırılçıplak dolaşıyor hastaları, demir parlaklıkların arasındalar. Hastane demek uygunsuz kalır, bildiğiniz tımarhane.Tam gencecik tıp öğrencileri dehşet içinde bakarken,hastane rehberi uzak kalın uyarılarıyla öğrenci grubunu cüzzamlılar pavyonuna götürür. Şimdi düşünün, gencecik hamile bir kadın ve diğer tıp öğrencileri. Bir balkondan aşağı bakmaktalar. Çukur bir alanda üç barakadan paramparça giysiler içinde cüzzamlılar çıkıyor.Bir görevli gelip yemeklerini onlara hiç değmeden bir barkaca boşaltıp gidiyor. Hayvanat bahçesindeki bir sahneden farksız. Öyle içine dokunmuş olmalı ki bu manzara Türkan’ın, unutamaz, isyan eder. Kitap arar bu konuda; okur,araştırır. Öğrenir ki bu hastalığın tedavisi var aslında.Öyle dokunarak da bulaşmıyor sanıldığı gibi. Gider, uzmanlık olarak deri ve zuhrevi rahatsızlıkları seçer ki onlara çare olabilsin. Bu ülkede cüzzamlılara “eliyle” ilk dokunan, yaralarını saran o olur.Önce Cüzzamla Savaş Derneği’ni kurar.O meşhur korku filmi gibi pavyonları daha ulaşılır, yaşanır bir hale getirir. Sonra en büyük hayalini gerçekleştirir, “Lepra Hastanesi”.Yıl 1977. Devletten yardım görmez. Orada çalışacak gönüllü doktor ve hemşire bulmak bile ayrı bir çaba gerektirir. O tıp mensuplarını bilgilendirip ikna etmek de kendisine düşer. Alanında o kadar başarılı hekimler yetişir ki o hastanede, sonradan çok değerli isimler olarak tıp literatürüne geçerler. Sadece hastane de değil, sosyal bir yardım merkezi olur Lepra Hastanesi.Mesela cüzzamlıların ayakları deforme olmuş, özel ayakkabı giymeleri gerekiyor.Ayakkabı atölyesi kurulur hastanenin içine.Atölyede çalışan kim mi? Yine cüzzamlılar! Okuma yazma bilmeyen hastalara okuma yazma Ramazan Bolelli; [email protected] kursları açılır.Bahçıvanlık yapar hastalar, bahçeyi onlar düzenlerler. Hayatın başka boyutlarını da ıskalamaz bu arada Türkan. Fırsat buldukça okur mesela. Kese kağıtlarının bile açıp içini okurum diyen bir kadın olarak anılır. Hastanedeki odasını öyle bir döşemiştir ki, hastalar kapıda ayakkablarını çıkartmaya yeltenir. Pencerelerde perde niyetine rengarenk, kenarı oyma yazmalar, Japonya’dan gelmiş oyuncak bebekler, duvarlarda bir sürü foroğraf, koltuklara serili Anadolu kilimleri... Umutsuzluğa hiç yer vermez hayatında Türkan Hoca.”Ömür boyu kendimi hep sıfırdan başlamaya hazır hissetmişimdir.” der açık açık.Hayatta en sevdiği şey olur mesleği.”Bir gün elimden diplomam alınsa, gider yenisini alırım.” diyecek kadar manen de bağımsız. Hepimiz onu ÇYDD ile, bu ülkenin kız çocuklarını okutabilmek için verdiği onurlu mücadele ile tanırız.Ama çoğumuz onun kaç ayrı meydanda savaştığını bilmeyiz. Bunca karpuzu o incecik bedenle nasıl taşıyabildiğine aklımızı erdiremeyiz. İnsan yanı...Mesela renklerden kırmızıyı, tatlılardan tavuk göğsünü, çiçeklerden papatyayı çok severmiş.Kabak çekirdeğine bayılırmış.Saatine sadece saati görmek için değil, zamanı planlamak için bakarmış. Saniyelere bile değer verirmiş.Çocukluğunda en çok özlediği şey şeftalinin ağaçtan koparılırkenki kokusuymuş... 19