Naif Karabatak
Nefes nefese kalan çocuk bir yandan
koşuyor, bir yandan da, “Hasan amca
yetiş!” diye bağırıyordu. Küçük İbrahim’in
bağırtısı üzerine kahvenin önüne çıkan
köylüler, çocuğu bu kadar koşturan ve bu
kadar heyecanlandıranın ne olduğunu
merak etmişlerdi. Asıl merakları da “yetiş”
diye bağırırken, ulaştıracağı haberdeydi.
Hasan amca neye yetişecekti, nereye
yetişecekti, duyacağı haber acı bir haber
miydi, bir müjde miydi?
Köyün tek kahvesinde kimi çay içiyor, kimi
oyun oynuyor, kimi de sohbetin en koyu
yerinde anlatılanları can kulağıyla
dinliyordu. Köyün sakin havası, İbrahim’in
bağırtısıyla dağılmıştı. Hasan amca,
İbrahim’in getirdiği haberin ne olduğunu
duymak isteyip istemediğinden emin
değildi. Çocuk kahveye yaklaştıkça Hasan
amcanın tansiyonu da tavan yapmaya
başlamıştı. Bütün köylü kahvenin önünde
bir İbrahim’in yaklaşmasını bekliyor bir de
Hasan amcanın tepkisini…
Köyün imamı Hasan amcaya biraz daha
yaklaştı, muhtar ve öğretmen de hemen
yanında bitiverdi. Üçü de Hasan amcanın
duyacağı acı haber üzerine onu teselli
etmeye hazır ve nazırdı. İbrahim’in sesinin
ilk duyulduğu andan bu yana bir dakika
olmamıştı ama sanki aylar geçmiş, yıllar
bir birini kovalamış gibi hereksin yüreği
atmayı bile unutmuştu. Kalp atışı da acı
habere kendisini hazırlıyor olmalıydı.
Nefesler tutulmuş, İbrahim’in tam
önlerine geldiği şu an vereceği
haberdeydi. Çocuğun durumunun durum
olmadığını gören öğretmen, öğrencisinin
yardımına koştu, çaycı Cemal’den bir
bardak su istedi. İbrahim’i tutup çektiği
sandalyeye oturtturdu, suyu içirdi,
soluklanmasını bekledi ama kalabalığın,
hele de Hasan amcanın bekleyecek hali
kalmamış, dizlerinin bağı çözülmüş,
kalbine bir acı saplanmıştı. Ne olacaksa
olsundu, ne duyacaksa duysundu…
31