Natura July - August 2011 | Page 84

Batılı, Ürdünlü ve tarihi tasarım elemanlarını karıştıran Kempinski Hotel Akabe dizaynıyla da, Kempinski oteller zincirinin arzularına cevap veriyor. İstanbul’daki örneği Çırağan Sarayı olan Kempinski zinciri, Avrupa’nın köklü otelcilik, lüks ve hizmet anlayışını, yerel kültür ve tarihi de göz önünde bulundurarak dünyanın çeşitli yerlerine taşıyan bir profil çiziyor. Sahildeki lüks tatil köyleri, rüzgar sörfü ve dalgıçlık merkezi, Wadi Rum çölüne ve taş şehir Petra’ya yakınlığıyla ideal bir tatil kenti olan Akabe, Kempinski oteli için en uygun ortamı sunuyor. Ülkenin tek liman şehri olmasıyla stratejik bir konuma sahip olan şehir, turizmin yanısıra endüstriyel bakımdan da önemli bir kent. Demografik olarak Ürdün’ün en hızlı büyüme oranına sahip olduğu gibi, bu büyümeyi yapılaşma alanında da gösteriyor. Öyle ki, şehirdeki tüm yapıların %60’lara varan bir oranda 1990 yılından sonra inşa edilmiş binalar olması bunun en büyük göstergesi. Şehrin yeni yapılarından birisi olan Kempinski Hotel Akabe, etrafını çevreleyen büyük şehre ve farklılık gösteren arazilere, geçirgenlik ve süreklilik temalarını işleyen tasarımıyla uyum sağlamayı amaçlıyor. MIMARIDE DENIZIN RITMI Denize sıfır konumuyla, Akabe’nin sahillerini ve mercan kayalıklarını arayan tu rist ve ziyaretçileri hedefleyen otel, aslen mimari bakımdan zor ve kısıtlanmış bir arazide yer alıyor. Limitasyonları baz alınarak çizilen otel, tasarımı sayesinde arazinin dezavantajlarını yarara çeviriyor. Yapının formu, birbirini sıyırırcasına konumlandırılmış, kavisli iki kanattan oluşuyor. Kavisin iç kısmı denize dönük olduğu için, şehir tarafına bakan iki taş duvar, soyut ve hareketli bir görünüm sunarak, “arka duvar” izlenimi vermekten kaçınıyor. Yapının en büyük özelliği, bakıldığı her açıdan bambaşka bir izlenim veren bir silüete sahip olması. Birkaç adım geri atıp, binadaki tasarım elemanlarının birbiri ile etkileşimine bakıldığında, adeta kanatlarını açtığı denizi ve denizdeki dalgaların ritmini taklit eden öğeler olduğu ve bu öğelerin hep birlikte bir akıcılık ve süreklilik teması oluşturduğu gözleniyor. Kavis çizen formu, 252 odalı otelin her bir odasının boylu boyunca deniz manzarası görebilmesini sağlıyor – otelin bu yüzünün batıya dönük olmasıyla, her akşamüstü Kızıldeniz’in üzerinde süzülen mehtabın izlenebilmesi de cabası. Dış yüzeyleri kaplayan sarımtrak renkli kireçtaşının dikey birleşim noktalarının neredeyse görünmez hale gelecek kadar örtülmesi ve yatay olarak uzanması, mekanik açıdan denize parallellik gösteriyor. Yapının radikal biçimini dengeleyen, rasyonel bir düzenle sıra sıra dizilmiş balkonlarıyla göze çarpan misafir odaları. Odaların denize açılan manzarasını engellememek için balkonlar cam panellerden oluşturularak sade bir alüminyum metalle tutturulmuş trabzanlar kullanılmış. Odaların dikdörtgen kutucuklar gibi dizilmesi, mavi yolculuk yapan bir teknenin kamaralarını andırıyor ve odalara sağlanan açık deniz manzarası da bu fikri pekiştiriyor. Otelin genel biçimi, denizde seyahat eden lüks ve çok katlı bir gemiye benzeyecek şekilde göze çarpıyor. Üzerinde yer aldığı, iç içe geçmiş kavislerle biçimlendirilmiş yer seviyesi platformları denizle birleşerek, denizin dalgalarını karada sürdürüyor ve otelin, deniz üzerindeki bir gemiye benzediği kanısını güçlendiririyor. Ayrıca, arka planda kıyıya paralel uzanan dağların dalga dalga yamaçlarına da uyum sağlıyor. Located in the south of Jordan, Aqaba is the country’s only seaport. Renowned as a luxury beach resort city, a hub of water sports like windsurfing and scuba diving for coral reefs, an access-point to the awe-inspiring desert of Wadi Rum and the stone city Petra, Aqaba yet still remains an important industrial area for its strategic seaport location. The city has the highest demographic growth rates in Jordan, and more than half of the buildings in the city were built after 1990. One of the newest buildings, the Kempinski Hotel Aqaba’s architectural strategy was to relate to the surrounding city and landscape through an interplay of the themes of transparency and continuity. RHYTHM OF THE SEA IN THE ARCHITECTURE A tan earth-colored transition from the blue and shadowy sea to the granite mountains on the backside of the city, the hotel building is an eye-catching landmark for tourists and visitors to the nearby beaches. Built on a tightly constrained plot, the project manages to make use of its limitations to achieve efficiency and simplicity through a layered program. The form consists of two curved wings arranged as nested concentric arcs sliding against each other with their interior sides embracing the Red Sea. In plan, the convex walls converge towards a central point located at the sea. On the city side, the curved wings are designed to offer a view of two stonewalls with an abstract and animated design in order to prevent the impression that the hotel is turning its back to the city. In fact, despite the limitation of its site the project manages to present a number of engaging silhouettes from both the city and seaside. The architecture proposes the theme of fluidity and continuity emulating the wavy forms of the sea in creating space and light. The basis for the curved form of the hotel is based in the desire to provide views to the sea and the dramatic sunset over the Red Sea to the West of each of the 252 rooms and outlets of the hotel. For the facade cladding, mechanically fixed light-ivory Jordanian limestone with main horizontal joints and almost concealed vertical joints act as an abstract expression of the sea waves. Maintaining the balance against the strict geometry of the structure is the rational positioning of the rooms, which are pierced on the western facade as individual boxes with identical balconies. The unobstructed view of the open sea from the rows of guest rooms is achieved by the use of simple aluminum balustrades providing the feeling of a sea voyage. There is a strategy to create a feeling that the building is a sea vessel in the wavelike progression of concentric arcs. The architecture continues the undulating patterns of nature, of the sea, and of the nearby mountains in a subtle manner. The sliding wooden shading louvers of each balcony and the shaded sliding glass panels disrupt the regularity of the pierced rows of rooms to produce a playful rhythm and a texture. The sliding wood panels allow for privacy and enable soundproofing between the balconies. At the eastern facade facing the city, the rhythm created by horizontal slits of windows in various sizes and lengths on the otherwise plain limestone walls extend the idea of abstraction and rhythm towards an idea of transparency. TEMMUZ-AĞUSTOS / JULY-AUGUST 20011 • NATURA 85