Batılı, Ürdünlü ve tarihi tasarım elemanlarını karıştıran Kempinski
Hotel Akabe dizaynıyla da, Kempinski oteller zincirinin arzularına cevap
veriyor. İstanbul’daki örneği Çırağan Sarayı olan Kempinski zinciri,
Avrupa’nın köklü otelcilik, lüks ve hizmet anlayışını, yerel kültür ve
tarihi de göz önünde bulundurarak dünyanın çeşitli yerlerine taşıyan bir
profil çiziyor.
Sahildeki lüks tatil köyleri, rüzgar sörfü ve dalgıçlık merkezi, Wadi
Rum çölüne ve taş şehir Petra’ya yakınlığıyla ideal bir tatil kenti olan
Akabe, Kempinski oteli için en uygun ortamı sunuyor. Ülkenin tek liman
şehri olmasıyla stratejik bir konuma sahip olan şehir, turizmin yanısıra
endüstriyel bakımdan da önemli bir kent. Demografik olarak Ürdün’ün
en hızlı büyüme oranına sahip olduğu gibi, bu büyümeyi yapılaşma
alanında da gösteriyor. Öyle ki, şehirdeki tüm yapıların %60’lara varan
bir oranda 1990 yılından sonra inşa edilmiş binalar olması bunun en
büyük göstergesi. Şehrin yeni yapılarından birisi olan Kempinski Hotel
Akabe, etrafını çevreleyen büyük şehre ve farklılık gösteren arazilere,
geçirgenlik ve süreklilik temalarını işleyen tasarımıyla uyum sağlamayı
amaçlıyor.
MIMARIDE DENIZIN RITMI
Denize sıfır konumuyla, Akabe’nin sahillerini ve mercan kayalıklarını
arayan tu rist ve ziyaretçileri hedefleyen otel, aslen mimari bakımdan zor
ve kısıtlanmış bir arazide yer alıyor. Limitasyonları baz alınarak çizilen
otel, tasarımı sayesinde arazinin dezavantajlarını yarara çeviriyor.
Yapının formu, birbirini sıyırırcasına konumlandırılmış, kavisli iki
kanattan oluşuyor. Kavisin iç kısmı denize dönük olduğu için, şehir
tarafına bakan iki taş duvar, soyut ve hareketli bir görünüm sunarak,
“arka duvar” izlenimi vermekten kaçınıyor. Yapının en büyük özelliği,
bakıldığı her açıdan bambaşka bir izlenim veren bir silüete sahip olması.
Birkaç adım geri atıp, binadaki tasarım elemanlarının birbiri ile
etkileşimine bakıldığında, adeta kanatlarını açtığı denizi ve denizdeki
dalgaların ritmini taklit eden öğeler olduğu ve bu öğelerin hep birlikte
bir akıcılık ve süreklilik teması oluşturduğu gözleniyor. Kavis çizen
formu, 252 odalı otelin her bir odasının boylu boyunca deniz manzarası
görebilmesini sağlıyor – otelin bu yüzünün batıya dönük olmasıyla,
her akşamüstü Kızıldeniz’in üzerinde süzülen mehtabın izlenebilmesi
de cabası. Dış yüzeyleri kaplayan sarımtrak renkli kireçtaşının dikey
birleşim noktalarının neredeyse görünmez hale gelecek kadar örtülmesi
ve yatay olarak uzanması, mekanik açıdan denize parallellik gösteriyor.
Yapının radikal biçimini dengeleyen, rasyonel bir düzenle sıra sıra
dizilmiş balkonlarıyla göze çarpan misafir odaları. Odaların denize açılan
manzarasını engellememek için balkonlar cam panellerden oluşturularak
sade bir alüminyum metalle tutturulmuş trabzanlar kullanılmış. Odaların
dikdörtgen kutucuklar gibi dizilmesi, mavi yolculuk yapan bir teknenin
kamaralarını andırıyor ve odalara sağlanan açık deniz manzarası da
bu fikri pekiştiriyor. Otelin genel biçimi, denizde seyahat eden lüks
ve çok katlı bir gemiye benzeyecek şekilde göze çarpıyor. Üzerinde yer
aldığı, iç içe geçmiş kavislerle biçimlendirilmiş yer seviyesi platformları
denizle birleşerek, denizin dalgalarını karada sürdürüyor ve otelin, deniz
üzerindeki bir gemiye benzediği kanısını güçlendiririyor. Ayrıca, arka
planda kıyıya paralel uzanan dağların dalga dalga yamaçlarına da uyum
sağlıyor.
Located in the south of Jordan, Aqaba is the country’s
only seaport. Renowned as a luxury beach resort city, a
hub of water sports like windsurfing and scuba diving
for coral reefs, an access-point to the awe-inspiring
desert of Wadi Rum and the stone city Petra, Aqaba
yet still remains an important industrial area for its
strategic seaport location. The city has the highest
demographic growth rates in Jordan, and more than half
of the buildings in the city were built after 1990. One
of the newest buildings, the Kempinski Hotel Aqaba’s
architectural strategy was to relate to the surrounding
city and landscape through an interplay of the themes of
transparency and continuity.
RHYTHM OF THE SEA IN THE ARCHITECTURE
A tan earth-colored transition from the blue and
shadowy sea to the granite mountains on the backside
of the city, the hotel building is an eye-catching
landmark for tourists and visitors to the nearby beaches.
Built on a tightly constrained plot, the project manages
to make use of its limitations to achieve efficiency and
simplicity through a layered program. The form consists
of two curved wings arranged as nested concentric
arcs sliding against each other with their interior sides
embracing the Red Sea. In plan, the convex walls
converge towards a central point located at the sea. On
the city side, the curved wings are designed to offer a
view of two stonewalls with an abstract and animated
design in order to prevent the impression that the
hotel is turning its back to the city. In fact, despite the
limitation of its site the project manages to present a
number of engaging silhouettes from both the city and
seaside.
The architecture proposes the theme of fluidity and
continuity emulating the wavy forms of the sea in
creating space and light. The basis for the curved form of
the hotel is based in the desire to provide views to the
sea and the dramatic sunset over the Red Sea to the West
of each of the 252 rooms and outlets of the hotel. For the
facade cladding, mechanically fixed light-ivory Jordanian
limestone with main horizontal joints and almost
concealed vertical joints act as an abstract expression
of the sea waves. Maintaining the balance against the
strict geometry of the structure is the rational positioning
of the rooms, which are pierced on the western facade
as individual boxes with identical balconies. The
unobstructed view of the open sea from the rows of
guest rooms is achieved by the use of simple aluminum
balustrades providing the feeling of a sea voyage. There
is a strategy to create a feeling that the building is a sea
vessel in the wavelike progression of concentric arcs.
The architecture continues the undulating patterns of
nature, of the sea, and of the nearby mountains in a
subtle manner. The sliding wooden shading louvers of
each balcony and the shaded sliding glass panels disrupt
the regularity of the pierced rows of rooms to produce a
playful rhythm and a texture. The sliding wood panels
allow for privacy and enable soundproofing between
the balconies. At the eastern facade facing the city, the
rhythm created by horizontal slits of windows in various
sizes and lengths on the otherwise plain limestone walls
extend the idea of abstraction and rhythm towards an
idea of transparency.
TEMMUZ-AĞUSTOS / JULY-AUGUST 20011 • NATURA 85