Monograf Journal Edebiyat ve İktidar (2014 / 1) | Page 60
ODAK
60 • Hülya Göğercin Toker
olanına dayanmaktadır.” (25). Bir arşivci gibi yazan yazar, eseri
için en gerekli olanı duyguyu kaybeder. Tarihe dahil olmayan da
budur, duygudur. Yenilenlerin, kaybedenlerin, ezilenlerin, mağdurların korkuları, özlemleri, acıları, umutları kısaca duyguları.
12 Eylül anılarının “hapishane edebiyatı” denerek bir kenarda
bırakılmışlığı; insanı, deneyimi anlatırken duyguya yer veril(e)
memesiyle de ilgili olabilir. Pamuk Yıldız, hapishanede maruz
kalınan her bir şiddetle, çekilen acı ile birlikte duyguların da
birer birer gittiğini yazmaktadır (87).
Vatan, omzuma elini koydu, bakıştık, gözlerim dolu
dolu olmadı. Duygularımızı da almışlardı, garip bir
sertlik ve sessizlik kalmıştı bize...Hiç kimse, hiçbir
söz beni teselli etmiyordu. Kendimi küçülmüş ve
aşağılanmış hissediyordum. Yitirdiğimi düşündüğüm duygularımı tekrar yitirmiştim. Hem de bir daha
bulmazcasına. Her yanım acıyordu. Hiçbir yanım
acımıyordu. Doğrasalar, didik didik etseler hiç acı
duymayacakmış gibiydim. Dokunsalar çıldıracaktım.
Ölmeyi özgür olmaktan daha çok istiyordum.
Deneyimin anlaşılamazlığındaki bir başka noktaya dikkat
çeken Giorgio Agamben, Nichanian’ın “gaddarlıkların müstehcenliği” dediği duruma benzer bir betimlemenin felaketi anlamada neden yeterli olmayacağını şöyle açıklamaktadır (13-14):
Tarihsel bir perspektiften, örneğin imhanın son aşamasının nasıl yerine getirildiğini en ince ayrıntısı-
Siyasi ve Edebi İktidara Tanıklık Edebiyatı ile Direnmek • 61
na kadar biliyoruz; toplama kampındaki tutsakların,
kendi içinden oluşturulmuş olan (ve Sonderkommando diye bilinen) bir tim tarafından gaz odalarına götürüldüğünü, sonra cesetlerinin çıkarılıp yıkandığını,
saçlarının kesilip altın dişlerinin söküldüğünü ve en
sonunda krematoryuma atıldığını biliyoruz. Bu olayları teker teker sıralayıp, betimleyebiliriz; ama gerçekten anlamaya çalıştığımızda, bunların hiçbiri tek
başına yeterli olmayacaktır.
Nichanian’a göre de hem felaket gaddarlıkların toplamı
değildir hem de hiç kimse bu gaddarlıkları toplayabilecek kapasiteye sahip değildir. Felaket başka bir şeydir.Tam da bu yüzdendir “tehcirlerin, acıların, katliamların, sürgünün, tecavüzlerin”
sözde-sanatsal betimlemelerini yapmak mümkünse de bunların
Felaketi anlatmasının mümkün olmayışı (25). 12 Eylül için de
geçerli olan budur. Tek tek yaşananların toplamı bile, ‘bir bütün
felaket olarak 12 Eylül’e denk gelmemektedir. Agamben’in dediği gibi, “bir taraftan...yaşananlar sağ kalanların gözünde tek
gerçekken, dolayısıyla kesinlikle unutulamazken, diğer taraftan
bu gerçek aynı ölçüde tahayyül edilemezdir de, yani onu oluşturan gerçek unsurlara indirgenemez.” (12).
Bu noktayı özellikle belirttikten sonra görme-görmeme,
hatırlama-unutma konusuna dönecek olursak, mağdurların tanıklıklarını dikkate aldığımızda tarihin, güçlünün ve kazananın
yanında yer alması sayesinde edindiği tahtı sarsılacaktır. İkti-
monograf 2014/1