Monograf Journal Edebiyat ve İktidar (2014 / 1) | Page 50

ODAK 50 • Hülya Göğercin Toker Tanıklık edebiyatı, belleğin toplumsal koşullara bağlılığı gerçeğinden hareketle iletişimsel belleğin edebiyat çerçevesinde kültürel belleğe aktarımıdır. İletişimsel bellek ile kültürel bellek birbirlerinden temel noktalarda ayrılan iki ayrı kayıt, iki ayrı bellek türüdür. İletişimsel bellek yakın geçmişe ait anılardan oluşur. Kuşağa özgü bir bellektir ve taşıyıcıları ile sınırlı olduğu için sahibi öldüğü zaman yok olan bir bellek türüdür. Bu bellekteki kayıtlar, sözlü tarih çalışmaları ve canlı tanıklıklar aracılığı ile ortaya çıkar. Kültürel bellek ise bir bellek tekniği sorunudur ve geçmişin belli noktaları ile ilgilenir. Özel taşıyıcılar ile aktarılan kültürel bellek, gerçeğin ne olduğu ile ilgilenmez; nasıl hatırlandığı ile ilgilenir. Toplumsal kimliği kuran kültürel bellektir (Assmann 53-62). Bu nedenle tanıklık edebiyatının ürünleri arasında yer alan anılar, aynı zamanda birer canlı tanıklıktır. Pamuk Yıldız’ın çabası kendi kuşağının iletişimsel belleğini, kültürel belleğe aktarmak ve bu sayede unutulmasını engellemek çabasıdır. Yazarların tanıklıklarını edebiyat aracılığı ile dillendirme çabaları, aynı zamanda bir unutturma biçimi de olan resmi tarihin alanını mümkün olduğunca daraltmak ve hatta resmi tarihi değiştirmektir. Tanıklık edebiyatının yazarları, bu açıdan baktığımızda tanıklık edebilmek için yazar olmuş kişilerdir. Friedrich Nietzsche’ye göre bellek ve acı arasında yakın bir ilişki vardır. Nietzsche şunları söylemektedir: “Kim insan denilen hayvan için bir bellek yaratır? Bu biraz körelmiş, biraz Siyasi ve Edebi İktidara Tanıklık Edebiyatı ile Direnmek • 51 da abuk sabuk, bir anlık anlama yetisinde, bu etli kemikli unutkanlıkta, orada kalması için nasıl iz bırakılır?...Bellekte kalan şeyi yakmalı: Ancak acı veren kalır bellekte- işte budur, yeryüzündeki en eski (ne yazık ki, aynı zamanda en uzun süren) psikolojinin temel tezi...kansız, işkencesiz, kurbansız yapamaz.” (59-60). Tanıklık edebiyatı, herhangi bir felaketi anlatırken kurbanların ve mağdurların acısını okuyucuya hissettirebildiği ölçüde felaketten söz etmekte başarılı olabilecektir. Bellekte ancak acı veren kalabiliyorsa, felaketin toplumsal belleğe taşınabilmesi de ancak bu acının öncelikle hissedilebilmesi ile mümkün olacaktır. Tanıklık edebiyatına özellikle bu açıdan değer verilmesi gerekmektedir. Önemli olan “sağ kalanların edebiyatını, onların yazdığı metinleri belge olarak değil metin olarak” (Nichanian 38) okumaktır. Her ne kadar içinde bulunduğumuz toplumsal ve kültürel ortamda filmler, diziler ve romanlar, birer kurgu oldukları gözardı edilip hakikati ne kadar yansıttıkları üzerinden analize tabi tutuluyorsa da, bu metinlerin değerini gözden kaçırmamak için metin olarak okumakta ısrarcı olmak gerekmektedir. Sanat ve edebiyat eserlerine olduklarının dışında hakikatin taşıyıcıları olarak bakılması aslında hakikate ulaşma çabasının da varlığını ortaya koymaktadır. Bu durum, iktidar eliyle hakikatin çarpıtılmaya, bastırılmaya ya da unutturulmaya çalışıldığının göstergesi olarak okunabilir. Aynı şekilde, tanıklık edebiyatında da romandan çok anılar belge gibi değerlendirilmeye müsait görünmektedir. Bellek monograf 2014/1