Monograf Journal Edebiyat ve İktidar (2014 / 1) | Page 40

ODAK 40 • Hülya Göğercin Toker mektedir. Murat Belge, Edebiyat Üzerine Yazılar adlı kitabında, birçok kişinin hapishaneye girdiği bir dönemde doğal olarak bir “içerdekiler/dışardakiler” ayrımının oluştuğunu ve böyle bir ortamda romancıların içerdekileri dışarıya yani kamuoyuna anlatmakla yükümlü olduklarını söylemektedir. İçerde-dışarda olma meselesinin bir diğer boyutu ise romancıların da “hapishanenin değil ama meselenin içinde olması”dır. Belge, 12 Mart romanlarının genellikle devrimcileri yücelttiğini söylerken bunun nedeni olarak da romancıların olaya dışardan bakmış olmasını göstermektedir. Çünkü Belge’ye göre, içerden bakmak kaçınılmaz olarak, yıkıcı olamayan bir eleştiriyi de beraberinde getirecekti. Belge, bu dışardan bakışın sadece işkence ile suçluluk sorunlarını görebildiğini söylemekte bu nedenle de dönem romanlarını başarısız bulmaktadır (115-118). Berna Moran da benzer bir yaklaşımla, 12 Mart romanlarının okura yabancısı olduğu bir dünyayı anlattığını bu nedenle de yeni, ilgi çekici, çarpıcı ve sarsıcı geldiğini söylemektedir. Bu romanların baş kişisinin yakalanmış bir devrimci olması aracılığıyla anlatılır karakollar, cezaevleri, işkenceler...Yakalanmadan önceki devrimci yaşamları, amaçları, umutları ya anlatılmaz ya da geçiştirilir. Moran’ın dikkat çektiği bir başka nokta ise, roman kahramanları genellikle olaylara eylem ya da kararlarıyla yön veren kişiler olurken, 12 Mart romanlarında devrimcilerin, romanın baş kişisi olsalar da, olaylara yön veren karşı güçlerin karşısında edilgen kişiler olmalarıdır (Moran 14). Siyasi ve Edebi İktidara Tanıklık Edebiyatı ile Direnmek • 41 12 Mart ve 12 Eylül edebiyatını roman üzerinden karşılaştıran Fethi Naci’ye göre 1980’lerde yazılan romanlar, 12 Eylül darbesine ve darbenin toplumda her anlamda yol açtığı altüst oluşa yeterli ilgiyi göstermemiştir. Yazarlar, dönemin ekonomik, kültürel ve toplumsal değişimlerini romanlarına yansıtmadıkları gibi dönemin siyasal yanına da az bir ilgi göstermişlerdir. Fethi Naci, 1980’lerin romanının kurulu düzenin yanında yer aldığını belirtirken bu romanlara örnek olarak da Ahmet Altan’ın Sudaki İz, Ayla Kutlu’nun Hoşça Kal Umut, Adalet Ağaoğlu’nun Üç Beş Kişi ve Tarık Buğra’nın Dünyanın En Pis Sokağı adlı romanlarını gösterir. Fethi Naci, “12 Mart” romanları ile “12 Eylül” romanları arasındaki farka da değinerek 12 Mart romanlarında “devrimci” gençlere ağıt yakılırken 12 Eylül romanlarında hapislere düşmüş, işkenceler görmüş ve öldürülmüş olan “devrimciler”e yönelik bir saldırı olduğunu söyler (35-36). Fethi Naci, “1980’lerdeki Türk romanı, 12 Eylül darbesiyle Türkiye’de yaşanan altüst oluşun siyasal yanına biraz ilgi göstermiş, bunu yaparken de kurulu düzenin yanında yer almıştır; ekonomik-toplumsal yaşamdaki değişimler romanımıza yansımamıştır.” demektedir (34). Böyle bir yazarlığı sorunsallaştıran Fethi Naci, diğer yandan “insan dramlarıyla dolu, çalkantılı” ve son derece yakın bir döneme tanıklık eden eserler üretmenin zorluğunun farkındadır (631). Fethi Naci söz konusu zorluğu, “Enine boyuna incelenmemiş, eleştirisi yapılmamış, hataları ve sevapları üzerinde ortak yargılara varılmamış hare- monograf 2014/1