Milliyet Australia Turkish Newspaper 16 Haziran 2016 | Page 9

Teravih Namazı
Menkıbeler
İlim öğrenmeden ibadet yapılamaz
Kazandibi
Çilekli Muhallebi
Mezhep nedir
Mani

16 June 2016 Milliyet Australian Turkish News

RAMAZAN AUSTRALIA TURKISH NEWSPAPER

11

“ İbadetleri takat getireceğiniz kadar yapınız. Neşe ile yapılan ibadetin kıymeti çok olur.”

Teravih Namazı

Teravih namazı ile alakalı olarak Nûr-ül-îzâh şerhinde ve haşiyesinde buyuruluyor ki:

“ Erkeklerin ve kadınların, yirmi rekât teravih namazı kılması, sünnet-i müekkededir. İnanmayan sapıktır ve şahitliği kabul olmaz. Resulullah efendimiz, birkaç gece, teravihi cemaatle sekiz rekât olarak kıldı. Evlerine gidince, yirmi rekâta tamamladılar. Yalnız olarak yirmi rekât kıldığı da bildirilmiştir. Dört mezhepte de yirmi rekâttır. Sünnet olduğu buradan anlaşıldı. Üç halife ve zamanlarındaki Eshabı kiramın hepsi, cemaatle yirmi rekât kıldılar. Bu halifelere ve Eshab-ı kiramın icmaına uymamız, hadis-i şerif ile e- mir olunmuştur.”
Teravih namazı, yatsının son sünnetinden sonra ve vitirden önce kılınır. Bir kimse, yatsıyı kılmadan önce teravihi kılamaz. Vitirden sonra

OSMAN ÜNLÜ

ve sabah namazına kadar kılınabilir. Fecir doğunca kılınamaz, kaza da edilmez. Çünkü teravih kuvvetli sünnet ise de, akşam ve yatsının son sünnetleri kadar kuvvetli değildir. Bu sünnetler ise, kaza edilmez. Yalnız farz namazlar ile vitrin kazası lazımdır. Teravih namazı, Şafiide kaza edilir.
Teravihi cemaat ile kılmak, sünnet-i kifayedir. Camide cemaatle kılınınca, başkaları evde yalnız kılabilir, günah olmaz. Fakat, camideki cemaat sevabından mahrum kalır. Evde, bir veya birkaç kişi, cemaatle kılarsa, yalnız kılmaktan yirmiyedi kat fazla sevap kazanılır.
Her iki rekâtta bir selam verilip, hemen sonraki rekâta kalkılır. Yahut dört rekâtta bir selam verilir. Her dört rekât arasında, dört rekât kılacak kadar oturup, salevat veya tesbih okunur veya sessizce oturulur. İki rekâtta bir selam vermek ve her iftitah tekbirinde niyet etmek daha iyidir. Yatsıyı cemaatle kılmayanlar, toplanıp da, teravihi cemaatle kılamazlar. Çünkü teravihin cemaati, farzın cemaati olması lazımdır. Yatsıyı cemaatle kılmayan bir kimse, farzı yalnız kılıp, sonra teravihi kılan cemaate katılabilir.
Sadaka-i fıtır
Sadaka-i fıtır hakkında Redd-ül-muhtârda deniyor ki:“ İhtiyacı olan eşyadan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisabı kadar malı, parası bulunan her Müslümanın, Ramazan Bayramının birinci günü sabahı, tan yeri aydınlanırken, Fıtra vermesi vacip olur. Daha önce ve daha sonra vacip olmaz. Fıtra ve kurban nisabı hesabına katılacak malın ticaret için olması şart olmadığı gibi, elinde bir yıl kalmış olması da lazım değildir. Bayramın birinci günü sabah namazı girdiği anda, nisap miktarı kadar mala malik olmak şarttır. O andan sonra nisaba kavuşanın, dünyaya veya imana gelenin fıtra vermesi vacip olmaz. Misafir olanın da fıtra vermesi lazımdır. Ramazan-ı şerifte veya ramazandan önce ve bayramdan sonra vermesi de caizdir. Hatta bir kimse, fıtra veya zekât, kefaret veya nezir ettiği, adadığı şeyi vermeden ölürse ve verilmesini vasiyet etmedi ise, vârislerinden birinin, ölenin değil, kendi malından, bunları fakirlere vermesi caiz olur. Fakat vâris, bunları vermeye mecbur değildir. Eğer ölen kimse, hayatta iken vasiyet etmiş ise, bıraktığı malın üçte birinden verilmesi lazım olur. Mal bırakmadı ise, vasiyeti yapılmaz.”

Menkıbeler

Bir kişi, Mısır evliyasının büyüklerinden Niyazi-i Mısri hazretlerini şikâyet maksadıyla Şeyhülislâmın huzuruna vardı. A- leyhinde konuştu. Bir sözünü aktardı. Ve Şeyhülislâma;“ E- fendim, bu sözü söyleyenin cezası nedir ve dinde böyle söyleyenlere ne lâzım gelir?” diye sordu. Şeyhülislâm, âlimdi. Arif ve kâmil bir zattı. Ona cevaben;“ Bu sözü, Niyazi-i Mısri hazretlerinden başka kim söylerse öldürülür, fakat Niyazi-i Mısri söylerse bir hikmet ve gizli bir sır vardır” dedi. O kimse şaşırdı! Bir şey anlamadı. Şeyhülislâm;“ Çünkü o, zâhiri ilimlerde de kemal mertebesindedir. Onların böyle sözleri söylemesinde bir hikmet vardır... Biz onlara dil uzatmaya kâdir olamayız” deyip o şahsı susturdu.
Bir gün bazı gençler bu zata gelerek“ Muvaffak olmanın sırrı nedir efendim?” diye sordular. Büyük veli;“ İki şeydir” buyurdu. Tekrar sordular:“ Onlar nedir efendim?” Cevabında;“ Biri; günah işlememek, ikincisi; güleryüzlü olmaktır. Eğer muvaffak olamıyorsak, işlediğimiz günahlardandır. Çünkü Allahü teâlâ, günah işleyeni muvaffak etmez” buyurdu.

İlim öğrenmeden ibadet yapılamaz

İbâdetlerin faydası, aslında insanlara yani o ibâdetleri yapan fertlere, âilelere ve cemiyetleredir. Yoksa Allahü teâlâ, insanların ibâdetlerine muhtaç değildir.

Bilindiği üzere, insanoğlu, ne melekler gibi sırf“ nûrânî” bir varlık, ne de hayvanlar gibi sadece bir“ maddî” varlıktır. İnsan, meleklerden üstün seviyeye çıkabilen, kendisine, muhtaç olduğu bütün nimetler ihsan edilen( Lokman, 20; Nahil, 18), âhirette bunlardan hesaba çekilecek olan( Tekâsür, 8), belli bir yaratılış gâyesiyle bu dünyâya gönderilen, güzel işler yapmakla mükellef bir kuldur.”( Zâriyât, 56; Mülk, 2)

Hakîkatte, bütün insanların yaratılmalarındaki maksat, Allahü teâlâya ibâdet etmeleridir. Nitekim Allahü teâlâ, Kur’ ânı kerîminde, Zâriyât sûre-i celîlesinin 56. âyet-i kerîmesinde meâlen:“ Cinnîleri ve insanları, ancak( beni bilmeleri, tanımaları) bana ibâdet etmeleri için yarattım” buyurmuştur.
Yine Allahü teâlâ buyuruyor ki:“( Ey Resûlüm!) De ki: Duânız( îmânınız, ibâdetiniz, kulluk ve yalvarmanız ] olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? [ Duânız olmasa, Rabbim size ne kıymet

Ebû Ali bin Kâtib hazretleri Mısır’ da yetişen evliyânın büyüklerindendir. Kerâmetler sahibi bir zât i- di. Ne zaman bir müşkülü olursa, rüyâda Peygamber efendimizi görüp, müşkülünü arz eder, O da( sallallahü aleyhi ve sellem), müşkülünü hallederdi. 340( m. 951)’ de vefât etti.

Ebû Ali hazretleri buyurdu ki:“ Fâsıklarla( açıktan günah işleyenlerle) arkadaşlık etmek öyle hastalıktır ki; devası, fâsıklarla olan beraberliği terk etmekle mümkündür.”
“ Allahü teâlâyı hatırlamakta, O’ nu zikretmekte ihlâs sahibi o- lan Allahü teâlâ yaptığı ibadetlerin duymak nimetini ihsân eder. Eğer bu lezzetin zevki ile bu nimetlere Allahü teâlâ daha çok nimet ihsân eder. Allah yolunda yürümek, o kimseye kolay gelir. Eğer şükretmezse veya noksanlık olursa, o zaman o nimetlerin hepsi elinden gider.” verir?]…” [ Furkân, 77 ] Bildiğimiz gibi, Müslümanlığın farz kıldığı ibâdetlerin faydası, aslında insanlara yani o ibâdetleri yapan fertlere, âilelere ve cemiyetleredir. Yoksa Allahü teâlâ, insanların ibâdetlerine muhtaç değildir. İnsan namaz kılmakla, oruç tutmakla, diğer ibâdetlerini yapmakla, hem Allah’ a karşı kulluk vazifesini yapmış, hem de kalbini her türlü kötülüklerden temizlemiş o- lur.
“ Aşere-i mübeşşere” den( Cennet ile müjdelenen 10 büyük sahâbîden biri olan) Ebû Ubeyde İbnü’ l-Cerrâh( radıyallahü anh)’ ın, vefât etmeden önce buyurduğu şu hikmetli sözünü de, bu ayda daha çok hâtırlamaya çalışalım:“ Namâz kılınız, ramazân orucunu tutunuz, zekâtınızı veriniz, hac ve umre yapınız. Dünya sizi aldatmasın. Allahü teâlâ ölümü yarattı; herkes ölecektir.”
Büyük İslâm âlim ve velilerinden İmâm-ı Rabbâni( kuddise sirruh) buyuruyor ki:“... Ramazân-ı şerîf ayında yapılan( nâfile) namaz, zikir, sadaka ve diğer bütün nâfile ibâdetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir.
Bu ayda, bir oruçluya iftâr verenin günâhları affolur; Cehennemden âzâd olur. O oruçlunun sevâbı kadar, ayrıca buna da sevap verilir; o oruçlunun sevâbı hiç azalmaz. Bu ayda, emri altında bulunanların işlerini hafîfleten, onların ibâdet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur; Cehennemden âzâd olurlar. Resûlullah, bu ayda, esirleri âzâd eder, her istenilen şeyi verirdi.
Bu ayda ibâdet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene, bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günâh işleyenin bütün senesi, günâh işlemekle geçer...”( Mektûbât, C. 1, 45. mektûb)
www. dinimizislam. com

Günah işleyenlerle

arkadaşlık etmek...

“ Bir kalpte Allah korkusu yerleşirse, o kimsenin dilinden lüzumsuz bir kelime çıkmaz.”
“ Bir kimse, Allahü teâlânın rızâsından başka her şeyden vazgeçip O’ na yönelirse, Allahü teâlâ onu kimseye muhtaç etmez.”
“ Mu’ tezile denilen fırkanın, doğru yoldan ayrılmasına sebep, Allahü teâlâyı akıl ile anlamaya, her şeyi akıl yoluyla izah etmeye kalkışmalarıdır.”
“ Niyet her şeyin başıdır. Hayırlı işler, iyi niyetlerle, güzel maksatlarla yapılırsa çok sevap olur. Böyle kimseye, Allahü teâlâ doğruluk, sıhhat ve başka birçok nimetler ihsân eder. Kimin niyetinde zayıflık bulunursa bildirilen faydalara kavuşamaz.”
Ehl-i sünnet âlimleri söz birliği ile bildiriyor ki: Peygamberlerin mucizeleri olduğu gibi, evliyânın da kerâmetleri vardır. Çünkü, peygamberlere tâbi olanları, onlara uyanları Allahü teâlâ çok sever. Onlara diri iken de, öldükten sonra da, kerâmetleri ihsân e- der. Peygamberlerin ve evliyânın öldükten sonra da, mucize ve kerâmet göstermeleri, onların doğru söylediklerini daha iyi bildirmektedir. Çünkü, diri iken o- lan mucizeleri ve kerâmetleri gören düşmanlar, kâfirler, bunları başkasından öğrenerek yapıyorlar sanırlar. Fakat öldükten sonra hâsıl olan mucize ve kerâmetler için, böyle sanmak ve söylemek olamaz. Mucizeleri ve kerâmetleri, Allahü teâlâ yaratmaktadır. Yalnız O’ nun kudreti ile olmaktadır. Peygamberlerine ve velîlerine ihsân ederek, ikram ederek, onların sebebi ile, onların şefaatleri ile yaratmaktadır. Mucize; peygamberden, kerâmet ise, peygamberin yolunda olduğu bilinen sâlih müminden hâsıl olmaktadır. ldu. buyuruldu. Ömer’ den( radıyallahü anh) haber verilen hadis-i şerifte,( Kaderiyye fırkasında olanlarla birlikte bulunmayınız! İşlerinizi onlara danışmayınız!) buyuruldu.
Şeytan, köpek gibidir. Köpek kovalayınca kaçar ise de, başka taraftan yine gelir. Nefis, kaplan gibidir. Saldırması, ancak öldürmekle biter. İnsanlara vesvese veren şeytana bunun için( hannâs) denilmiştir. İnsan, şeytanın bir vesvesesine uymazsa, bundan vazgeçer. Başka vesveseye başlar. Nefs-i emmâre, dâimâ zararlı şeyler ister. Şeytan ise, çok hayırlı işe mani olmak i- çin, az hayırlı olan şeyi de vesvese yapar. Büyük günaha sürüklemek için, küçük hayır yapmayı da vesvese eder. Şeytanın vesvesesi olan hayırlı iş, insana tatlı gelir ve acele ile yapmak ister. Bunun için, hadis-i şerifte,( Acele etmek, şeytandandır. Beş şey bundan müstesnâdır: Kızını evlendirmek, borcunu ödemek, cenâze hizmetlerini çabuk yapmak, misafiri doyurmak, günah yapınca hemen tövbe etmek) buyuruldu.

Kazandibi

Malzemeler: * 1 çay bardağı pirinç unu * 5 su bardağı süt * 1 çay bardağı nişasta * 1 paket vanilya * 3 çay bardağı toz şeker * 20 gram margarin * 2 çorba kaşığı pudra şekeri( tepsiye serpmek için)
Hazırlanışı:
Pirinç unu ve nişastayı birkaç kaşık süt ile ezerek bir tencereye aktarın. Orta ateşte sütü azar azar ilave ederek kavurun. Muhallebi kıvamına gelince şekeri ekleyin. Koyu muhallebi kıvamına gelince ocaktan alın ve hemen vanilyayı ekleyin. İyice çırpın. Yapışmaz yüzeyli geniş bir tepsiyi veya tavayı önce yağlayın sonra da pudraşekerini serpin. Muhallebiyi tepsiye dökün. Tepsiyi orta ateşte her tarafını eşit sürede tutarak ve alttaki pudra şekeri kahverengileşinceye kadar pişirin. Tepsiyi ocaktan alıp içine soğuk su konmuş başka bir tepsinin içerisine oturtun. Soğuduktan sonra buzdolabında bir kaç saat bekletin. Buzdolabından çıkartıp dilimleyin. İstediğiniz şekilde süsleyip servis yapın.

Çilekli Muhallebi

Malzemeler: * 2 litre süt * 400 gram toz şeker * 100 gram çilek püresi * 150 gram pirinç nişastası * 150 gram pirinç nişastası
Hazırlanışı: Süt ve şekeri kaynatın. Yarım su bardağı suda pirinç nişastasını inceltin. Şekerli süte ilave edip karıştırın. çilek püresi ve vanilya da ekleyin. Kısık a- teşte muhallebi kıvamına gelene dek pişirin. O- caktan alın. tatlıyı servis kaselerine paylaştırın. İstediğiniz şekilde süsleyip soğuyunca servis yapın

Mezhep nedir

Gitmek, tâkib etmek, gidilen yol gibi lügat manaları vardır. Mutlak müctehîd denilen âlimlerin, Müslümanların yapmaları gereken hususlarla alakalı olarak dînî delîllerden( Kur’ ân-ı kerîm, hadîsi şerîfler ve İcmâ) hüküm çıkarma usûllerine ve çıkardıkları hükümlerin hepsine verilen isimdir.
Ehl-i sünnetin, yüzlerce mezhebinden bugün dört tânesi kitâblara geçmiş olup, diğerleri unutulmuştur. Bu dört mezheb; Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebleridir. Müctehîd olmayanların bütün ibâdetlerinde bir müctehîde tâbi olması yâni bu dört mezhebden birinde bulunması lâzımdır.( tahtâvî, M. Viltorî)
Eshâb-ı kirâmın( Peygamberimizi gören müslümanların) hepsi derin âlim, birer müctehîd idi. Dolayısıyla her birinin mezhebi vardı. tâbiîn( Eshâb-ı kirâmı görenler) ve tebe-i tâbiîn( tâbiîn’ i görenler) arasında da müctehidler vardı.( S. Abdülhakîm Arvasi, Hamdullah Decvî)

ARENA TRAVEL

UCUZLUKLARIMIZ DEVAM EDİYOR

TÜM HAVA YOLLARININ BİLETLERİ SATILIR
Lic Lic No No:: 2TA5022
22 Auburn Road AUBURN NSW 2144
NUSRET 309 309 Macquarie St St Liverpool NSW NSW 2170 2170
( Westpac Yanı) Tel:: 02 9646 5522 0412 358 093 Tel Tel: 02: 02 9822222 2222 Email Email:: liverpool @ @ arenatravel. net. net au. au
Mezhebe uymak Kur’ ân-ı kerîme ve Resûlullah E- fendimize uymaktır. çünkü, müctehidler Kur’ ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerinde açıkça bildirilmeyen hususların hükümlerini yine bu nasların ışığı altında ortaya koymuşlardır.( Abdülganî Nablûsî)

Mani

Kavuştuk Ramazana Hem de büyük ihsana Bu ayda oruç tutmak Huzur verir insana