İzmit, Kara Fatma gibi cesur yürekli insanlarımızın üstün gayretleriyle, 28 Haziran 1921
tarihinde düşman işgalinden kurtarılmıştır. Kara Fatma ve ailesi, İzmit'in kurtarılmasından
sonra bir süre daha bu bölgede kalmışlardır.
Balkan, Sakarya, Başkomutanlık Muharebeleri'ne de katılarak Üsteğmenlik rütbesine kadar
yükselmiş olan Kara Fatma, 1955 yılında İstanbul'da vefat etmiştir.
30 Ekim 1919'da yürürlüğe giren Mondros Mütarekesi'nden sonra, 16 Mart 1920 tarihinde
İstanbul işgal edildi.İngilizlerden oluşan emperyalist güçler, İstanbul'un işgalinden sonra
İzmit Körfezi'ne yönelerek, bu bölgeyi de kontrol altına aldılar. Bu durum sonucu İzmit
yöresindeki ortam iyice gerginleşti. Bölgede yaşayan bazı gurupların, Türkler aleyhine çeşitli
faaliyetlere giriştiği görülmeye başlandı. Özellikle Rum ve Ermeni nüfusun yoğun olduğu
bazı bölgelerde, İşgal güçlerinden güç alınarak çeşitli çeteler oluşturuldu.
Ermeni ve Rumların kurduğu bu çeteler bir süre sonra, askeri güçlere saldırmaya, çevredeki
Türk köylerini basarak evleri yakmaya, burada yaşayan insanlara zulmetmeye başladılar.
İzmit'te bu üzücü olayların yaşandığı dönemde, Kara Fatma İstanbul'da bulunuyordu.
Durumun her geçen gün daha kötüye gittiğini gören Kara Fatma, kardeşi Süleyman'ı, kızı
Fatma'yı ve arkadaşlarını alarak İzmit'e geçmeyi planladı. Muhacir kılığına giren Kara Fatma
ve arkadaşları tirenle İzmit'e geldi. Buradan Bahçecik-Servetiye yoluyla Paşaköy'e geçerek
karargâhını kurdu. Bölgedeki teşkilatlanma çalışmalarını hızlandıran Kara Fatma ve
arkadaşları, bir yandan da çevredeki çetelerle mücadele etti.
İşgal dönemin de yayınlanmış olan bazı gazeteler, Kara Fatma'nın İzmit'teki faaliyetleriyle
ilgili önemli bilgiler vermektedir. Özellikle İstikbal ve Tevhid-i Efkar gazetelerinde Kara
Fatma ile ilgili çeşitli haberlere rastlanılmaktadır. Mesela İstikbal Gazetesi muhabiri, Kara
Fatma ile 1922 yılında görüşmüş, bu görüşme sırasında edindiği izlenimlere köşesinde şu
şekilde yer verilmiştir:
"...Bir gün İzmit civarında
Davulcular Ormanı'ndan
Arpalık Köyü'ne doğru
yorgun argın beş kişi
iniyordu. Bunlardan üçü
erkek, biri küçük bir kızdı.
Köye indikleri zaman,
köylüler bu garipleri biraz
tuhaf karşıladılar. Garipler
Karamürsel
Muhacirlerinden
olduklarını söylüyorlar, iş
arıyorlardı. Uzun
pazarlıklardan sonra dört
çoban, Kasım'a kadar yirmi
liraya çalışmaya razı
oldular. Ertesi gün,
yamaçlara doğru sığırları
süren dört çoban gayet
neşeli idiler. Üç-dört gün
sonra, dört çoban sığırları Gülbahçe Deresi'nin etrafındaki yamaçlara salmışlar,
oturuyorlardı. Bu sırada uzaktan iki silahlı belirdi. Az sonra yanlarına geldiler. Bunlar
Gülbahçe, Orhaniye, Arpalık, Mecidiye köylerindeki Ermeni Jandarmalarındandı. Dört
fakir çobana şüphe ile baktılar; onlara kim olduklarını sordular. 'Arpalık'ın çobanlarıyız'