LightWorld SAYI 44 MÜZE AYDINLATMALARI | Page 28

26
DÜNYADAN

BÜYÜK KENTLERİN ÇOĞUNDA ARTIK GÖKYÜZÜNDE YILDIZ YOK

Eğer biz insanlar ay ışığı ve yıldızların altında kendimizi gerçekten rahat hissetseydik , karanlıkta kolaylıkla hareket ederdik ve gece yarısının karanlık dünyası bizim açımızdan da bu gezegende yalnızca gece aktif olan çok sayıda canlı için olduğu kadar görünür olurdu . Oysa bizler , gözleri gün ışığına uyum sağlamış olan gündüz aktif canlılarız . Bu bir evrimsel gerçek ve aynen çoğumuzun kendini bir primat , bir memeli ya da basit bir fani olarak değerlendirmemesi gibi , yalnızca “ gündüz aktif ” canlılar olduğumuz üzerinde düşünmüyor olmamız da bu gerçeği değiştirmez . Ve geceye yaptıklarımızı açıklamanın tek yolu da budur : Geceyi aldık ve bizi ağırlasın diye onu mühendislik yöntemlerimizi kullanarak ışığa boğduk . Bu tür bir mühendisliğin bir nehrin üzerine baraj kurmaktan hiçbir farkı yok . Yararları beraberinde yan etkileri de “ ışık kirliliği ” getiriyor ve bilim insanları ışık kirliliğinin etkilerini araştırmaya henüz başladı . Işık kirliliği büyük oranda yanlış aydınlatma tasarımından , yapay ışığın aşağıya “ istendiği yere ” odaklanmak yerine , yukarıyı , gökyüzünü aydınlatmasından kaynaklanıyor . Kötü tasarlanmış aydınlatma geceyi solduruyor ve biz dahil pek çok canlı türünün uyum sağlamış olduğu ışık düzeylerini ve ışık ritimlerini kökten değiştiriyor . İnsanın yarattığı ışığın doğal hayata sızdığı her yerde , yaşamın belirli özellikleri göç , üreme , beslenme bundan etkileniyor . İnsanlık tarihinin büyük bölümü boyunca “ ışık kirliliği ” sözü bir anlam ifade edemezdi . 1800 ’ lü yıllarda bir gece , ay ışığında , o zamanlar Dünya ’ nın en kalabalık kenti olan Londra ’ ya doğru yürüdüğünüzü hayal edin . Kentte yaklaşık 1 milyon kişi yaşıyordu ve bu insanlar , o zamana dek olduğu gibi o gece de mumlarla , meşalelerle ve kandillerle aydınlanıyordu . Yalnızca birkaç ev , gaz lambasıyla aydınlatılıyordu , sokak ve meydanlarda gaz lambalarının yer alması içinse yedi yıl daha geçmesi gerekecekti . Birkaç kilometre öteden , Londra ’ nın yerini loş ışığını görerek bulmak ile kenti koklayarak bulmak arasında hemen hiç fark yoktu . Bugün insanlığın büyük çoğunluğu , aşırı aydınlatılmış kent ve banliyölerden , ışık seli altındaki otoyollar ve fabrikalardan saçılan ışık demetlerinden yansımış , kırılmış ışınların oluşturduğu iç içe girmiş ışık kubbeleri altında yaşıyor . Neredeyse Avrupa ’ nın tümünde geceler bir ışık bulutu oluşturuyor . Kentlerin çoğunda , yıldızlar gece gökyüzünden silinmiş gibi duruyor ve geriye , karanlık korkumuzu yansıtan , içi boş , negatif ütopyalarda resmedilmiş kentlerin gece ışıltısını anımsatan bir pus kalıyor . Bu yaygın turuncu pusu öylesine kanıksadık ki , ışığın gökyüzüne hiç yansımadığı bir gece , deneyimlerimizin , hatta neredeyse anılarımızın bile ötesinde . Ve kentin bu açık renkli kubbesinin ötesinde boşa harcadığımız ışıktan hiç etkilenmemiş ” evrenin geri kalanı yer alıyor , yıldızlar , gezegenler ve galaksiler görünürde sonsuz bir karanlığın içinde parıldıyor .
Kaynak : National Geographic Türkiye Dergisi
L I G H T W O R L D . 44