Kaybolan Defterler / zine 7.Sayı: Göç | Page 23

nım’ını, Hatice Erbaş’ı, kendisini, yalnızlığını, dünyayı, ölümü, yarayı, devleti, çocuk tabutlarını ve daha birçok kavramı tekrar hatırlattı şiirleriyle bizlere: “Harflerden binlerce Hatice yaratıp Tek tek dokunuyorum hepsine Büyüyorum, büyüyorum Nasılsa ölüm var değil mi” 5 “Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yol- daşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir “ben”e ulaş- tırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde... Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür Hanım?” demişti bazen, “şu heves sensin, şu incinmiş gurur sen, şu utangaç aşk, şu Posta Caddesi’ndeki daktilo sesi, çocukların okul dönüşü sen” demişti Ömür Hanım için. Şükrü Erbaş şiirleriyle daha önce de birçok dizesiyle aşina olduğumuz birçok duyguyu tekrar öğre- niyoruz. Evlerin yalnız eşyalardan yapılmadığını, sevmenin sadece sevmek olmadığını, kimsenin ken- dinden gitmediği bu dünyada sessizce yaramızı severek yaşamayı, yarası yaramıza değmeyeni, onuru, merhameti öğreniyoruz. Şükrü Erbaş, herkesin kendisine kapıldığı bu dünyada ölüm gibi bir gerçek varken, nasıl yaşayabilirdik ki? Duygusunu düşündü ve “Yaptıklarından değil, yapamadıklarından piş- manlık duymalı insan” (Cioran) bilgisine geliyor ama neden sonra… Biz, sanırım gözlerimizi içimize bi- raz geç çeviriyoruz. Çevirdiğimizdeyse gördüğümüz, tomurcuklar içinde kurumuş bir insan gülü, insan olma olanağı… Aşk bir yere gitmiyor. Biz onu binlerce önlem duygusuyla mezara dönmüş gövdemize gömüyoruz” 6 dedi ve mezara dönmüş gövdesini dikti şiirleriyle: “Limoni bir selvi diktim başına Orada da bir hayatın olsun diye Nazmi elimden tuttu can suyunu verirken Güneş taşıyacak sana soğuk havalarda Gidip gelip yapraklarını öpüyorum Dalları uzanıp yaşlarımı siliyor Yüzüm gözüm toprağından bir dua” 7 Hepimizin canından yapılmış ölümün, çocuklara da uğradığı oldu bu ülkede. Şükrü Erbaş, “Kimsenin kalmadığı darmadağın köylerde ‘Önce Vatan’ yazısı bir hüzün değil midir? Bunca kanın helalini kim kime nasıl ödeyecek?” ve “Mezar taşlarıyla barış olur mu?” dizeleriyle sür- dürdüğü politik tavrını, “Ve çocuklar Hatice, yaşama nişanımız çocuklar Ağızları donmuş korku, ayva sarı tüyleri kan, rüyaları Hepimizin suskunluğundan bir mezar taşı Hangi evde doğarlarsa doğsunlar Bizim evimizde ölüyorlar” 8 ve “Bir de çocuklar Baktığı yere gömülen anneler bir de Çocuğunu Tanrı inkârıyla kefenlemiş bir baba Duası kalmamış yoksulluk Devletin onurundan vurduğu herkes…” 9 dizeleriyle devam ettiriyor bu kitabında. Topraksız büyüyen ve her cümlemizin bir çocuk tabutu, annelerimizin ağıtı baş yastığımız olduğu, ba- balarımızın çoktan gömdüğü çocuklar için, sardunyalara, reyhanlara biraz su verip, eşyaların yalnızca eşyalardan yapılmadığını, bir türkünün, ağıtın içtenliğine tekrar kavuşup, kalbimizin attığını hissede- bilmek için, nasıl yaşayacağız dediğimiz her anın hüznünü dağıtsın diye, “Ömür Hanım, iyi ki ben de seninle yaşadım dünyayı” diyen Şükrü Erbaş ve “Kimseye borcumuz kalmadı değil mi?” diyen Ömür Hanım inceliği için, güzün dökülen güzel yaprakları için, Yaşıyoruz Sessizce’yi okuyabiliriz. 5- Erbaş, Şükrü, Yaşıyoruz Sessizce, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2016, s.53. 6- http://openaccess.ogu.edu.tr:8080/xmlui/handle/11684/584 7- Erbaş, Şükrü, Yaşıyoruz Sessizce, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2016,s.20. 8- Erbaş, Şükrü, Yaşıyoruz Sessizce, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2016,s.30. 9- Erbaş, Şükrü, Yaşıyoruz Sessizce, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2016,s.38. 17