devrimci stratejinin oluşturulması
ve yeniden üretilmesi süreçlerine
dahil olması neden istenmemiştir?
Meselenin kilit noktası burasıdır.
Her organizma belli bir nesnelliğe
doğar, o nesnelliğin izlerini genlerinde taşır. Nesnel değişimlere
ayak uydurabilen organizma hayatta kalmaya devam eder, uyduramayan tarih sahnesinden silinir.
Bu TKP için de geçerlidir. Hareketimiz, 12 Eylül’ün ve 89-91 sürecinin yarattığı boğucu, kuşatıcı,
çürütücü ve çoğu kez yıkıcı koşullara meydan okuyarak ortaya
çıkmış, bu koşullar nasıl bir siyaset-örgüt denklemi gerektiriyorsa
ona göre şekillenmiştir. Bu durum,
partinin toplumsal olarak seslendiği kesimleri de belirlemiş, öncülük ve kadro profili de buna göre
oluşmuştur. Bu iradi bir tercihtir ve
TKP ancak bu sayede bugüne kadar gelmiştir.
Öte yandan, son yıllarda Türkiye’de
düzen siyasetinin yeni bir evreye
gireceği, ideolojik, siyasi ve ekonomik sıkıntıların yaklaştığı, yeni
bir kuşağın siyasi mücadelelerin
bir parçası haline geleceği-geldiği görülmeye başlamıştır. TKP, bu
tür bir yeniliğe kendini hazırlayacak kimi örgütsel ve siyasi hamlelerde bulunsa da, atılan adımların
devamı gelmemiştir. Gençleşme
gibi hamleler kadük bırakılmış,
Yurtsever Cephe vb. gibi cesur
çıkışlar eski tarzın sınırlarına mahkum edilmiştir. Bu da bir yere kadar anlaşılır bir durumdur. Hiçbir
dönüşüm kolay gerçekleşmez.
Denemeler ve yanılmalar kaçınılmazdır.
Ancak özellikle son 2-3 yılda TKP,
girdiği bir yoldan vazgeçmiş haldedir. Ve bu vazgeçişin örgütsel
karşılığı, politik öncülük misyonunun yalnızca merkezle sınırlandırılması, örgütte sorumluluk alan
kadroların böylesi bir misyon
edinmesinin tercih edilmemesi
şeklinde olmuştur. Alanında örgütçülüğüyle ve siyasi kimliğiyle öne
çıkan yoldaşlarımız kadar aydın
6
adayı yoldaşlarımız da bu tabloda yalnızlık hissetmiştir. Son MK
Tezleri’nde örgütün temel sorunu
olarak politikleşememenin altının
çizilmesi bundan kaynaklanmaktadır.
İşte bütün bu süreci görmezden
gelerek yapılan değerlendirmeler,
partimizde sorunları kişiler üzerinden tartışma alışkanlığını beslemektedir. Bu sığlık, partide bugün
dile getirilen dönüşüm talebini,
“partiyi kim yönetecek” sorusuyla eşdeğer zannetmekte, belki de
bilinçli bir tercihle bu soruyu gündeme getirmektedir. Partide kadrolara dönük tespitlerin kaynağına
inmeden örgütsel sorunların çözümü mümkün değildir.
Partimizde önderlik mekanizması
ile parti kadroları arasındaki açı
açılmıştır. Bu sorun kadroları hedef tahtasına koyarak çözülemez.
Merkeziyetçi bir partide bu sorunun kaynağında, merkezin hem siyasi hem de örgütsel olarak otorite
ve meşruiyet kaybı ya da yetememe hali vardır. Yukarıda tariflemeye çalıştığımız partileşme süreci
burada da devrededir. Örgütten
partiye geçiş gerçeği kabul edildiğinde, sorun başka bir düzleme
taşınabilir, alışkanlıklar ve ezberler değiştirilebilirdi. Bu nedenle,
eski günlere özlemle değil, yeni
dönemin siyasi ihtiyaçlarına göre
örgütsel merkez kendini yeniden
kurmalıdır. Leninist partide kadrolar, mücadele içinde şekillenir.
TKP’nin önemli bir kadro dinamiği
vardır, yeter ki gerçek bir partiye
dönüşüm sağlansın.
Bu yüzden mesele kadrolaşmadan daha çok önderlik sorunudur.
Partide bugün yaşanan kriz dahi
bu önderlik sorununun bizzat ispatıdır. Bu durumun kaynağı “beğenilmeyen” kadrolar değildir.
4. Bu tablo, kadro kaynaklarındaki kurumanın ürünüdür. Partimizin örgütsel, siyasal, insani
ve teorik gelişkinliği olan kadrolar yetiştirmesi, yaşamsal ve
acilen çözülmesi gereken bir
sorun haline gelmiştir. Sorunun
esas kaynağı Türkiye’nin gericilik yıllarıdır. Partimiz, bu yıllarda
mücadelesini iddialı ve enerjik
biçimde sürdürme çabalarının
bedelini ödemiştir. 2000’lerin
ortalarından bu yana cumhuriyetçi, yurtsever direniş hatlarının kırılması, partimizi siyaset
alanında geriletmedi. Tersine,
İkinci Cumhuriyet’in ilanı olarak
yorumladığımız 2011 seçimlerinden sonra, TKP kısa sürede
göz kamaştırıcı bir siyasi atak
gerçekleştirebildi. Bu zorlu dönemin bedeli, yoğun olarak,
partinin kadro dinamiklerinde
yaşanan yıpranma halinde ortaya çıkmıştır. Türkiye Komünist
Partisi bu alanda önlem almayı
başaramamış, kolekti