Hedefler ve görevler
buluşurken partimiz ve Türkiye
Partimiz 2011 yılından bu yana bir
şeyi ısrarla söylüyor: AKP’nin inşasına giriştiği İkinci Cumhuriyet rejimi
kalıcılaşamaz, yerleşik ve dingin bir
düzene kavuşamaz.
Aradan geçen süreçte, partimizin bu
saptaması defalarca kanıtlanmıştır.
Yakın gelecekte de saptamamızın
yanlışlandığını ya da revize edilmesi gerektiğini gösteren bir gelişme
beklenmemektedir.
Dolayısıyla kongremizin hazırlıklarını sürdürdüğümüz bu günlerde,
Türkiye’de toplumsal ve siyasal
dengelerin durumuna eğilmek, partimizin önüne koyacağı hedefleri ve
görevleri belirlemek açısından atılması gereken ilk adımdır.
Emperyalizmin ‘kriz’i
Emperyalizminin son dönemde girdiği sıkışma, yalnızca operasyonel
planlarının sekteye uğramasıyla
açıklanamaz. Sovyetler Birliği’nin
çözülüşünün ardından bölgede boşalan stratejik alanlarda hegemonya
kurmaya dayalı bir politika izleyen
emperyalizm, arzu ettiği hegemonyayı inşa edecek siyasal ve ideolojik bütünlüğü oluşturmakta çeşitli
zorluklarla karşı karşıya kalmıştır.
Özellikle Suriye’ye yönelik emperyalist operasyon sırasında yaşanan
gerilimler bölge ülkelerinin konum-
2
lanışlarına da önemli derecede etki
etmiştir.
Suriye halkının emperyalist operasyon karşısında gösterdiği direnç,
“Arap Baharı” rüzgarlarının kısa sürede dinmesi ve söz konusu ülkelerde ciddi bir halk tepkisinin ortaya
çıkması, Ukrayna gibi örneklerde
izlenen sert diplomasi, AB ülkelerindeki dindirilemeyen ekonomik ve
siyasal çalkantılar, emperyalizmin
dünya ölçeğinde yaşadığı sıkışmanın farklı görünümlerini oluşturmaktadır.
Geldiğimiz noktada, emperyalist
sistemin iç çelişkilerinin yoğunlaştığını saptamakta bir sakınca yoktur.
Gerek siyasal ve operasyonel hamlelerinin tıkanması, gerekse toplumsal ve ideolojik kapsayıcılığının daralması, emperyalizmin önümüzdeki
süreçte hayli zorlu bir konjonktür ile
baş etmek zorunda kalacağını ifade
etmektedir. Bu zorluk, tarihsel bir
krizin olmasa da, siyasal ve toplumsal dinamiklerin harekete geçebileceği önemli bir dönemecin işareti
olabilir.
Böylesi bir sıkışmanın ve gerilimin,
emperyalist sistemin bütününe aynı
yoğunlukta ve içerikte yansıması
beklenmemelidir. Eşitsiz gelişimin
yasaları uyarınca, böylesi dönemler-
de çelişkilerin yoğunlaştığı kimi bölgeler, özel siyasal gelişmelere gebe
olurlar. İşte Türkiye emperyalizmin
çelişkilerinin yoğunlaştığı ve İkinci
Cumhuriyet’in inşasının tıkandığı,
bu örtüşmenin çarpıcı sonuçlar yaratmasının sürpriz olmayacağı özel
bir konjonktürden geçmektedir.
Türkiye’nin kurulamayan rejimi
AKP eliyle inşasına girişilen İkinci Cumhuriyet rejimi, parlamenter
siyaset alanını büyük ölçüde yeniden biçimlendirmiş olmasına karşın, toplumsal ve ideolojik alanlarda
aşamadığı sorunlarla boğuşmaktadır. Bu sorunların kaynağında,
AKP’nin ve Türkiye burjuvazisinin
topluma sunacakları kapsayıcı ve
bağlayıcı bir “resmi ideoloji”nin henüz yaratılamamış olması bulunmaktadır. Böylesi bir bütünleştirici
unsurun eksikliğinde, AKP kendi
özelleşmiş ideolojisini resmi ideoloji
haline getirmeye çalışmakta, sonuç
olarak yeni rejimin inşası geniş halk
kesimlerini kapsamakta başarısız
olmaktadır.
AKP iktidarının bu başarısızlığı bir
“bedel” olarak gördüğü, telafisini
ise ağır siyasal baskı ve devlet şiddetine başvurmakta aradığı söylenebilir. Diğer bir deyişle, AKP, İkinci
Cumhuriyet inşasının Türkiye toplumunun hayli büyük bir kısmını kap-
sayamayacağının bilincine vardıkça,
rejimin oturması ve kalıcılaşması
için ideolojik olarak dışlayıcı, siyasal
olarak ise şiddet eksenli bir strateji
izlemektedir. Bu stratejinin pürüzsüz biçimde hayata geçirilemediği,
halkın kendisine yönelik saldırgan
politikaya kuvvetli bir biçimde direndiği açıktır.
Haziran’da en kitlesel ve yoğun ifadesini bulan bu direnç, Türkiye’nin
siyasal ve toplumsal dengelerinde
de ciddi değişiklikler yaratmıştır.
Her şeyden önce, AKP iktidarı İkinci
Cumhuriyet rejiminde geniş halk kitlelerini bir “resmi ideoloji” ekseninde sisteme bağlamayı başaramadığı
oranda, kitlelerdeki hoşnutsuzluğun
ve tepkinin doğrudan muhatabı olmak zorunda kalmıştır. Öte yandan,
farklı ölçeklerdeki halk hareketliliğinin kendiliğinden talepleri, solun
siyasal birikimi ve hedefleri ile dikkat çekici bir örtüşme göstermiştir.
Düzen muhalefetinin, dönem dönem kapsamakla birlikte, halk hareketliliğini tümüyle tatmin edecek bir
siyasal mücadele pratiğinden uzak
durması da, kitleler ile sol arasındaki ilişkilenmeyi gündemde tutmaktadır.
Sonuç olarak, AKP rejimi, geniş halk
kesimlerinin hala güncel durumda olan muhalefeti eşliğinde inşa
edilmektedir. Bir rejimin, kuruluş
döneminde ortaya çıkan muhalefet
dinamiklerini kontrol edememesi
ise, rejimin kalıcılaşmasını ve yerleşikleşmesini son derece zorlaştırır.
Bugünün Türkiye’si söz konusu olduğunda, inşası bir halk hareketliliğinin orta yerinde devam eden İkinci
Cumhuriyet rejiminin sıkışması başa
yazılması gereken bir durumdur.
Türkiye’nin dış politika alanında yaşadığı sıkışmaların, henüz kontrol
altında tutuluyor olsa da giderek
birikmekte olan ekonomik sorunların, parlamenter sistemin giderek
inandırıc ,[1,Z