2
TKP Atılım Kongresi Bülteni
Örgüt müyüz, Parti mi?
Ya da biz ne yapıyorduk, yoldaşlar?
“12. Kongre” ismi altında toplanacak yoldaşlarımızın hem yaptıkları toplantılarda
hem de yazılı üretimlerinde göze çarpan
“önemli” iddialarından birisinin “örgütten
partiye geçiş” olduğunu söylemek mümkün.
O halde şu sorular haklı hale gelmiyor
mu?
Hareketimiz 1990’ların başında parti biçimini alırken iddiası neydi?
Partimiz, 2000’lerin başında Türkiye’nin
komünist partisi olarak hakettiği isme sahip çıkarken, sermayenin siyasi ve ideolojik saldırılarına karşı sınıfın aklı ve gücü
olarak karşı-saldırılar örgütlerken, örgütlenirken partileşmiyor muydu?
TKP, AKP’li yıllar boyunca AB’ci, Amerikancı, gerici, piyasacı dalgaya karşı “burnunun dikine giderken”, kendi gelişkin
siyasi ve örgütsel hattını toplumsallaştırmaya dönük adımlar atıp, Türkiye siyasetinde giderek daha belirgin bir özne haline
gelirken partileşmiyor muydu?
TKP, gençlik içindeki etkin örgütlenmesi
ile uzun yıllardır üniversitelerin sol açısından kaybedilmemiş olduğu mesajını dosta düşmana verirken, partili bir komünist
genç kuşak yetiştirirken, üniversitelerde
günümüzdeki sınırlarımızı dahi aşan genişlikte toplumsallıklarla hareket edip,
onları kapsayabilirken “küçük örgütçülük”
mü oynuyordu?
Yoksa partileşmeden anlaşılan bütün
bunlardan başka bir şey mi?
Söz konusu taslak metinde yoldaşlarımızın “partileşmeden” basit bir örgütsel
yeniden düzenleme anladığını görüyoruz.
Bunun meselenin yalnızca tek bir boyutu
olduğunu söylemek durumundayız.
Hareketimiz, işçi sınıfının öncü partisini
inşa etmek için uzun yıllar önce kollarını
sıvadı.
Bu süreçte önemli adımlar attı, başarılar
elde etti. Bunların hakkını teslim etmeden,
hareketimizin tarihselliği içinde bu adımların nereye denk düştüğü analiz etmeden
partileşme sürecindeki sürekliliğin anlaşılmasının imkanı yoktur.
“Olduk” demiyoruz. “Hep beraber inşa
ediyoruz” diyoruz.
Buna ek olarak, tarihin ve Leninizm anlayışımızın bize gösterdiği, bu inşa sürecinde ileriye sıçrayışlar kadar, duraksamaların ve kesintilerin de olabileceğidir. Bunların üstesinden ancak ve ancak öncülük
anlayışındaki süreklilikle gelinebileceğini
çok iyi biliyoruz.
Atılım Kongresi olarak, bu sürekliliğin
partinin toplumsallaşırken aynı zamanda kadro kaynaklarını zenginleştirmesi,
bu zenginleşmenin sürekli kılınması ile
mümkün olduğunun bilincindeyiz. Eğer
bahsettiğimiz komünist bir partiyse, partileşme sürecinin kritik halkasının burası
olduğunu düşünüyoruz.
Yoldaşlarımız daha önce kadroların gelişkinliğine ve önemine dönük vurgularımızı
“kültürel tercih” ve “içe büzülme” olarak
mahkum ederken, siyasi raporlarında
“kadro yetiştirmenin” ve “iç kültürel-teorik-siyasi formasyona müdahale etmenin”
öneminden bahsediyorlar. Sahi biz ne diyorduk ki?
Çok yönlü yetkinliğe sahip kadroların yetiştirilmesi, onların siyasal mücadelede
ve örgütsel düzlemde inisiyatif almasının
sağlanması sorununu basit bir “kültürel
tercih” sorunu olarak gösterip (Yoldaşa Mektup - 1, sf.5), bu ciddi meseleyi
“fanusta kadro yetiştirmek” şeklinde karikatürize ederek partileşmek mümkün
müdür?
Yoldaşlarımızın, bu bağlamda, Atılım
Kongresi’nin siyasi ve örgütsel rapor taslağında geliştirilmiş olan parti okulu fikrine katılıyor olmalarını olumlu bir gelişme
olarak değerlendiriyoruz. Bu ihtiyacın
önemini paylaşarak yapmış oldukları isim
önerisinin de Kongremiz tarafından mutlaka değerlendirileceğini söylemek ihtiyacı hissediyoruz.
Atılım Kongresi olarak, partinin içe dönük
öncülük misyonu ile sınıfa öncülük etme
iddiası arasında bir çelişki olmadığını ısrarla vurguluyor, bunları birbirinden ayrı
olarak ele almanın komünistler açısından
çok büyük bir hata olacağının, savrulmalara kapı aralayacağının altını çiziyoruz.
Hatta bugünkü sorunlarımızın temelinde
yatan nedenlerden biri olarak bunu saptıyoruz.
Yine önceki yazılı ve sözlü üretimlerinde
ideolojiler devrinin kapandığının altını çizen yoldaşlarımızın, siyasi raporları ile birlikte yeniden ideolojik mücadeleye dikkat
çekmeye başlamalarını önemli ve partimizin geleneği ile uyumlu bulduğumuzu
ifade etmek durumundayız. Gelinen bu
noktada, bir süredir sosyalizm mücadelesinin kentli karakterine ilişkin yaptığımız
vurguları değersizleştiren ya da sıradanlaştıran yaklaşımları bertaraf etmenin önü
de aynı raporda açılmış durumda. Sınıfın
en dinamik kesimi olarak tarif edilen eğitimli ve kentli emekçi kesimleri kapsamakta ideolojik mücadelenin önemine ilişkin
kavrayışın derinleşmesiyle birlikte kentlilik
vurgusunun iç kültüre ilişkin bir tercih değil, yakıcı bir siyasi başlık olacağı da daha
net anlaşılacak diye düşünüyoruz.
Buna karşın, partinin içe dönük öncülük
misyonuna dair vurguları zaman zaman
“12. Kongre”nin “içe büzülme” olarak adlandırabildiğini okuyoruz (Yoldaşa Mektup
- 1, sf.5).
Üzülerek söylüyoruz ki bu anlayışın kaçınılmaz olarak getireceği siyasal savrulmaların işaretlerini de görüyoruz.
Bunların hepsinden önemlisi, partileşme
sürecinin sürekliliğini kavramadan, partimizin tarihini “ideolojik parti”, “siyasal
parti” gibi tam olarak ne anlama geldiği
dahi anlaşılmayan dönemlere ayrırarak
(Yoldaşa Mektup - 1, sf.2) partileşemeyeceğimizi tüm yoldaşlarımıza hatırlatıyoruz.
Hareketimizin önemli partileşme dinamiklerinden birinin ideolojik mücadeleye verdiği önem ve “ideolojik titizliği” olduğunu,
bilmiyoruz, söylemeye gerek var mı?
Parti-içi krizin başlangıcındaki kimi üzücü
işaretlerin yanısıra gelinen nokta itibariyle
kimi sevindirici hususları da belirtmemiz
gerekir.
Dün Atılım Kongresi’nin yaklaşımını, “korkaklık”, “gelgit akıllılık”, “ezbercilik” gibi
ağır ifadelerle eleştiren ve buna karşın
başka bir kongreyi örgütleyen yoldaşlarımızın, partimizin Leninizm anlayışı ile bağdaşmayan, yukarıda sıraladığımız yanlışlardan siyasi raporlarında en azından belli
ölçülerde uzaklaştıklarını görüyoruz.
Diğer kongreyi örgütleyen yoldaşlarımızın
siyasi raporunu eksiklerine rağmen bir
polemik unsuru olarak görmüyor, aksine partimizdeki akıl dağınıklığının toparlanmaya başladığına dönük bir işaret olarak okuyoruz.
Bu akıl dağınıklığı ortadan kalktıkça, şimdiye kadar dillendirilmiş olan partimizin siyasi, ideolojik, teorik hattı ve örgüt kültürü
ile bağdaşmayan tez ve yaklaşımlardan
uzaklaşıp, mevcut hattımızı nasıl zenginleştireceğimiz konusunda yoldaşça tartıştıkça partimizin birliğinin sağlanabileceğini
düşünüyoruz.
Yoldaşlarımız tarafından da önem verildiğini anladığımız partileşme sürecimizde
yaşanacak bir kesintiye karşı, bu tavrın
tek gerçek seçenek olduğu kanısındayız.
Bu nedenle açık mektubumuzdaki çağrımızı tekrarlıyoruz:
Partimizde hâlâ birlik şansı vardır. Bu şans
iyi değerlendirilmelidir.