Kalabalık Dergi Kalabalık Dergi 7. Sayı | Page 16

Kasım 2014  ANGELOPOUSLU SÖZCÜKLER III. Tuna nehri üzerinden akıyordu kızıl kanlar. Dolanıp denizleri nasıl oluyorsa Kızıldeniz’de karışıyordu akan kana. Artık bütün denizler kızıl. “Hey, kaçıyor Sislerin arkasına gizlenen parmaklar bu kızıl büyüden” ve bir piyanoya değiyor. Derken dünyanın en güzel sesli kadını bir nehrin ardından sevgilisine yaktığı ağıtla… “dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey” diyor ya şair o halde ne kadar çok seversek o kadar güzellik olacak dünyada ve o kadar az ölüm gerçekleşecek ve o kadar az ağıt çalınacak… Bir ağaç için ömür veren insanlar ve ölen biri için ağaçlar diken insanlar… bunları düşünüyor olmalıydı kadın şarkısını söylerken bir nehrin kıyısında ağaçların kucağında. Farklı sınırlarda aynı yüzlerde hep aynı sevgiliye koşuyordu ve hep aynı acıyı yaşıyordu: ölüm… Sisler kadar soğuk bir “deniz” kadar huzurlu bir şeydi ölüm Hissediyordu kendini denize dans etmeye bıraktığı zamanlarda. “Bu güzel kadınla dans edecek kimse yok muydu bu mavi denizde? Bu kadın kadar yalnız bir adam yok muydu sahneye çıkacak?” O vakit benimle dans etmelisiniz Güzel kadın! Sözcüklerim diz çökmüş elleriyle sizi beklemekte… 16 Kalabalık  FATMA NERGİS DİKİCİ İFLAH OLMAZ RUH ZEYNEP TOSUN Asla huzura eremeyenler var bu hayatta. Kimse bu dünyaya bir listeyle gelmiyor ki. Ya da bir navigasyonla geleni duymadım henüz. Varsa da bilmem. Bildiğim şey, eğer bu dünyaya geldiysen, öyle ya da böyle, mutlaka üzüleceksin arkadaş. Buna ister Tanrı’nın bir imtihanı de, istersen dünyanın acımasızlığı. Sonuç değişmeyecektir. Ve kimse yoktur ki kahkahalarla doğan. Hep bir acı. Her doğumda yeni bir ağlayış. Cevap verebilseydi o bebekler sormak isterdim sebebini. Bir mesaj mıdır ağlayışlarla verilen? Ve ben. Benim ruhum. Beni ben yapan şey, ruh, can, Tanrı’nın nefesi. Bazen soruyorum kendime, eğer içimdeki Tanrı’nın nefesi ise neden bu kadar acıtıyor? Bu kadar çaresiz olabilir mi Tanrı? Sadece umarım ki bu da Tanrı’nın bir sınavı olsun. Hayır hayır, Tanrı’ya bir isyan değil benimki. Yalnızca... Öylesine acıyor ki! Bir sebebi olsun istiyorum. Hiç olmazsa bir sebebi olmalı diyorum. Olmalı! Ve gözlerimi kapadığımda gece yarısı, bir hançer misali saplanan kalbime nedir? Ruhum diyorum, ızdırabını böyle mi dindireceksin? Ve işte, sebep kendiliğinden beliriveriyor. Yaptıklarımın bedeliyse bu, kalbimi parçalara ayırarak mı ödeyeceğim? Peki diyor ve teslim oluyorum. Soluklarımı alan o acıya teslim oluyor, bir daha hiç açmayacakmışçasına sımsıkı kapıyorum gözlerimi. Peki diyorum, en azından bir sebebi var ızdırabımın. Kendimi teselli edecek kadar umut biriktirmiş olsam da şimdi, gözlerimdeki karanlığı gören olmamalı. Kim bilir kaç şeytanı hapsettim gözlerimde. Ya da kaç insanın gözlerinde kaldı şeytanlarım? Kimbilir! Kim bilir kaç kişiyi aşağıda bıraktım bilmeden. Kaç şehir bana gönül koydu? Sancılar içinde bırakıp terk ettiğim onca ev... Onca evren... Ne sanmıştım? Elbette bir bedeli olacaktı. Fakat