Kasım 2014
ANGELOPOUSLU SÖZCÜKLER
III.
Tuna nehri üzerinden akıyordu kızıl kanlar.
Dolanıp denizleri nasıl oluyorsa
Kızıldeniz’de karışıyordu akan kana.
Artık bütün denizler kızıl.
“Hey, kaçıyor
Sislerin arkasına gizlenen parmaklar bu kızıl büyüden”
ve bir piyanoya değiyor.
Derken dünyanın en güzel sesli kadını
bir nehrin ardından
sevgilisine yaktığı ağıtla…
“dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey”
diyor ya şair
o halde ne kadar çok seversek
o kadar güzellik olacak dünyada
ve
o kadar az ölüm gerçekleşecek
ve o kadar az ağıt çalınacak…
Bir ağaç için ömür veren insanlar
ve ölen biri için ağaçlar diken insanlar…
bunları düşünüyor olmalıydı kadın
şarkısını söylerken bir nehrin kıyısında
ağaçların kucağında.
Farklı sınırlarda aynı yüzlerde hep aynı sevgiliye
koşuyordu ve
hep aynı acıyı yaşıyordu:
ölüm…
Sisler kadar soğuk
bir “deniz” kadar huzurlu bir şeydi ölüm
Hissediyordu
kendini denize dans etmeye bıraktığı zamanlarda.
“Bu güzel kadınla dans edecek kimse yok muydu bu mavi denizde?
Bu kadın kadar yalnız bir adam yok muydu sahneye çıkacak?”
O vakit benimle dans etmelisiniz
Güzel kadın!
Sözcüklerim diz çökmüş elleriyle sizi beklemekte…
16 Kalabalık
FATMA NERGİS DİKİCİ
İFLAH OLMAZ RUH
ZEYNEP TOSUN
Asla huzura eremeyenler var bu hayatta. Kimse bu dünyaya bir listeyle gelmiyor ki. Ya da bir navigasyonla
geleni duymadım henüz. Varsa da bilmem. Bildiğim şey, eğer bu dünyaya geldiysen, öyle ya da böyle,
mutlaka üzüleceksin arkadaş. Buna ister Tanrı’nın bir imtihanı de, istersen dünyanın acımasızlığı. Sonuç
değişmeyecektir.
Ve kimse yoktur ki kahkahalarla doğan. Hep bir acı. Her doğumda yeni bir ağlayış. Cevap verebilseydi o
bebekler sormak isterdim sebebini. Bir mesaj mıdır ağlayışlarla verilen?
Ve ben. Benim ruhum. Beni ben yapan şey, ruh, can, Tanrı’nın nefesi. Bazen soruyorum kendime, eğer
içimdeki Tanrı’nın nefesi ise neden bu kadar acıtıyor? Bu kadar çaresiz olabilir mi Tanrı? Sadece umarım ki
bu da Tanrı’nın bir sınavı olsun. Hayır hayır, Tanrı’ya bir isyan değil benimki. Yalnızca... Öylesine acıyor ki! Bir
sebebi olsun istiyorum. Hiç olmazsa bir sebebi olmalı diyorum. Olmalı!
Ve gözlerimi kapadığımda gece yarısı, bir hançer misali saplanan kalbime nedir? Ruhum diyorum,
ızdırabını böyle mi dindireceksin? Ve işte, sebep kendiliğinden beliriveriyor. Yaptıklarımın bedeliyse bu,
kalbimi parçalara ayırarak mı ödeyeceğim? Peki diyor ve teslim oluyorum. Soluklarımı alan o acıya teslim
oluyor, bir daha hiç açmayacakmışçasına sımsıkı kapıyorum gözlerimi. Peki diyorum, en azından bir sebebi
var ızdırabımın.
Kendimi teselli edecek kadar umut biriktirmiş olsam da şimdi, gözlerimdeki karanlığı gören olmamalı. Kim
bilir kaç şeytanı hapsettim gözlerimde. Ya da kaç insanın gözlerinde kaldı şeytanlarım? Kimbilir! Kim bilir kaç
kişiyi aşağıda bıraktım bilmeden. Kaç şehir bana gönül koydu? Sancılar içinde bırakıp terk ettiğim onca ev...
Onca evren...
Ne sanmıştım? Elbette bir bedeli olacaktı. Fakat