Eylül 2014
SHİ
BURAK SERİNPINAR
‘’Seyir, gerçeği görmek adına yetersiz de olsa,
kokusunu taşıyabilir hakikatin…’’
Küllü, kül kokan sabaha uyandı. Yanmıştı. Dudaklarını, dilini, damağını, boğazını suya yatırdı. İçi dumanlandı,
bir süre her şey pusluydu. Sis dağıldığında gözleri sızladı. Yüzünü yıkamaya başladı, burnuna su çekti,
ensesini ıslattı ve ellerini saçlarında gezdirdi. Uyuyakalmadan önce olanlarla ilgili görüntüler geziyordu
aklında ve soluğu yeniden yatağında aldı. Yastığının altına, yorganının içine, çarşafının köşelerine baktı.
Yatağının altını taradı, komodinin üstünü yokladı... Ne yaptığını biliyor muydu? Mektubu arıyordu. Kesildi,
duraksadı; hafızasını yokladı.
Sen söylemek istediklerini defterinle söyleyebiliyorsun, bendenizdense sana doğrudan ulaşan bu mektuplar
olacak. Sabahlara varasın...
Dışarıya adım attı. Üzerini hangi ara giyindiğini anlamadığı bir anda ceplerini kontrol ediyordu. Boynundaki
kamera çantasına baktı. Evinin anahtarlarının cebinde olmasına sevinebildiğinde sokağın köşesini
dönüyordu. Ufukta tozu dumana katan bir şeyler beliriyordu. Yıkıp geçeceğine şüphe olmayan, sarsılmaz
ağırlıkta... Gözlerini, neredeyse her beş adımda bir yukarı dikiyordu. Gökyüzüyle teması kesmemeye
çalışması neyin alameti olabilirdi? Dert? Daha doğrusu buna dert denmez miydi? Garipçe, tebessüm ederek
yürümeye devam ediyordu. Dert... İleride, eprimiş taburesinde oturan yaşlı amcanın yüzüne takıldı gözleri.
Sağ avucunu ucundan dizine iliştirmiş, parmaklarının ucunda sigarası... Yanına yaklaştı, çömeldi, selam verdi.
‘Ooo, genç adam! Nasılsın?’ Diye seslendi amca. Cevap veremedi, boğazına takılan heyecan daha önce hiç
ağzına sürmediği sigara içindi. Gözleriyle yaşlı parmakların arasındaki sigarayı işaret ediyordu. Amca birden
‘Yalnız bu keyif değil, dert sigarası.’ Deyiverdi ve bir duman aldı. Nefesini verirken yaşlı yanakları kıpırdadı.
Duman yükseldi, eridi. Elini ağır ağır kaldırdı, hırkasının iç cebine götürdü. ‘Oğlum,’ dedi yutkundu, gözlerini
kapatırcasına kıstı; ‘Derdime vâkıf değil canan beni handan bilir.’ Sözünü bitirdiğinde elini hırkasından
çıkarmış parmaklarının ucundaki sigarayı uzatıyordu amca. Çömeldiği yerden amcanın sıcak ellerini öptü.
‘Selametle oğlum.’ Dedi amca...
6 Kalabalık
SHİ
BURAK SERİNPINAR
Ayakları onu ezberlediği yere götürdü. Ne zaman nereye gideceğini bilmeden dışarı çıksa, kendini otururken
bulduğu yere, sevdiği yegâne yere… Defterini çıkarttı, kalemiyle durum değerlendirmesi yapmaya başladı;
evet ne olduğunu biliyorum, bir mektup aldım, gerçekti, biliyorum, okudum, ne yazıyordu; ‘Merhaba.’
Sonra? Defterime yazdıklarımı görüyor. Dediği oldu; mektubu okuyup uyuyakaldım, ne var! Çok yorgundum.
Sonra? Sonra mektubu bulamadım, tamam. Yazdıklarını not edemiyorum, bunu denemiyorum; gerçek mi
bu? Ürkütücü. Anlamıyorum. Bu noktaya nasıl geldim? Sanki bir yanlışlık var. Sanki biri beni bana bildiriyor.
Unuttuğum çok şey mi var?
İş
yerine doğru yola koyulduğunda çantasındaki fotoğraflara bakındı. Fotoğraf makinesini olta ederek çektiği
yetmiş kare poz için düşündüğü çalışma heyecanını yitirmişti. Belki tasarlanan şeylerin bütününe düşünerek
ulaşmak, onu tamamlamakla eşdeğer olduğunda bu isteksiz duruma gelinebiliyordu. Evinde bekleyen ve
askıya alırken üzerine ‘boş ver’ yazdığı bir çok şeyle birlikte diğer pozlardan ayrı tuttuğu son altı kare pozu ve
üzerlerine yazmak için not ettiği altı maddeyi hatırladı.
1- Diyecek bir şeyler olmalı, merhaba gibi. Nasılsın’a bir cevap, neler yapıyorsun’a bir tepki...
Grinin yüz tonunu kullanan sosyal işleri sevemiyordu ama hemen her iş buna benzer niteliklerle
karşısına çıkıyordu. Bazen, fotoğraf çekimlerinde içi boş halimizi yapay mekanlarla doldurmaya çalışmaya
dayanamıyordu, &