INmagazine Sayı 9 (Ocak, Şubat, Mart) | Page 50

SOSYAL PSİKOLOJİ
48
kendisini muaf tutabilir. Eichmann gibi üst düzey görevde yer alsa da sıradan biri olabilir. Bu tür kişiler kendilerini de yaşayacakları tutarsızlık karşısında savunabiliyor ve kendilerini suçlamaktan kurtulabiliyor. Bilişsel Çelişki ve rasyonalizasyon ile vicdanlarımızı rahatlatıp, yaşanan tüm kötülükler karşısında kör olmasını sağlayabiliriz. Mesela bir kamu görevlisine rüşvet verip, yaşanan bir çevre katliamının üstünün örtülmesini sağlayan bir şirket çalışanı benzer şekilde oldukça sıradan bir insan olabilir. İlla sosyopat bir dolandırıcı olmasına gerek yoktur. Sadece kendisinin ve şirketinin menfaatlerini birleştirip bunu her şeyin üstünde görmektedir. Bu açıdan yaptığı yolsuz işleri de sıradanlaştırabilmektedir. Aslında bu kişinin de en büyük sorunu, demin de belirttiğimiz gibi sadece ne yaptıklarının hiç farkına varmamış olmaları veya olmak istememeleri idi. Rasyonalizasyon ile ilgili en önemli sorun bizim vicdanlarımızı sakinleştirip, uykuya yatırmasında gizlidir. Peki ya sessiz kalanlar? Onlar neden seslerini yükseltmemişti? Evet belki bu büyük suça ortak olmamışlardı ama müdahil de olmamışlardı. Olan vahşeti görmüşlerdi. Enron gibi şirketlerde yapılan yolsuzluklara tanık olmuşlardı. İşlerin yanlış gittiğinin farkındaydılar. Fakat işlerini kaybetme, para kaybetme veya terfi olamama korkusu yüzünden susmuşlardı. Suskunluk sarmalının içine girmişlerdi. Suskunluk Sarmalı ismi
NAZILERE BOYUN EĞEN, SOYKIRIM SUÇUNA ORTAK OLAN YÜZBINLERCE KIŞININ ADI BILE BILINMIYOR AMA HERKES NAZI SELAMI VERIRKEN, ÖYLECE DURAN TERSANE IŞÇISI AUGUST LANDMESSSER’ IN ADI HIÇ UNUTULMADI. NEREDE BASKICI BIR REJIM TEHDIDI OLSA, ONUN ISMI GELIYOR AKLA...
verilen teoriye göre“ Bir kişinin / grubun savunduğu fikir, mensubu olduğu toplumun veya grubun( okul, işyeri, arkadaş çevresi vb.)‘ genel-geçer’ kabul ettiği görüşlere uygun değilse, bu kişi toplumdan veya gruptan dışlanma korkusu nedeniyle konuşurken kendini kısıtlar veya fikrini söylemekten vazgeçer. Fakat aynı kişi fikrinin( veya kendi fikrine yakın görüşlerin) toplum nezdinde yaygınlaşmaya başladığını sezerse, bu kez fikrini yüksek sesle söylemeye başlar. Aynı durum şirketlerde bir speak-up kültürünün yayılmasının ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir adeta.
AT GÖZLÜKLERİNİ BİR KEZ TAKARSANIZ … Yine bir amaca ulaşmak için gösterilen çabanın arkasında bir tehlike bulunmaktadır.“ Tünel Görüşü” diye nitelendirebileceğimiz bu durum“ Çevresel olarak görmenin kaybolup, görüşün sadece
merkezi bölge ile kısıtlanması” olarak adlandırabilir. Bir diğer deyişle olaylara“ at gözlüğü ile bakmak” olarak da nitelendirebileceğimiz bu durum hedefe odaklanmanın sabit fikir hale gelmesi ve diğer önemli şeylerin( iş etiği, insan hakları, özgürlük vb.) fark edilmemesidir. Görevini yaparken, insanların soykırımda olduğu gibi yaşanan vahşetleri umursamaması veya yolsuzluğun dibine kadar batmış bir şirkette çalışanların sadece kâr ve zarar konusuna odaklanması böyle bir tünel görüşüne örnek olarak verilebilir. Görüldüğü üzere insanlığın etik dışı yollara sapması, yolsuzluk yapması hatta soykırımda rol alması için illa çok kötü bir insan, sadece kötülük düşünüp bundan zevk alan bir sosyopat olmasına gerek yok. Sıradan bir insanın ama yaptıklarının sonuçlarını düşünmeden işini yürüten sıradan bir insanın da saf kötülüğün, saf etik dışılığın veya saf kanunsuzluğun yoluna girmesi her zaman mümkün. Burada en önemli konu yaptıklarımız üzerinde düşünmek ve vicdanımızı hiçbir zaman geride tutmamak. Arendt’ in söylediği gibi:“ Ve bana öyle geliyor ki düşünmeme hali-gaflet içindeki bir umursamazlık ya da dumura uğramış bir zihin ya da koflaşmış‘ doğrular’ ı tasasızca terennüm eden bu hal- zamanımızın en bariz özellikleri arasındadır. O nedenle önerdiğim şey aslında çok basittir: Hiçbir şey yaptıklarımızı düşünmekten daha önemli değildir.” 4