INmagazine Sayı 7 (Temmuz, Ağustos, Eylül) | Page 30
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
BINYIL KALKINMA
HEDEFLERI’NIN 15
YIL SONRA YENIDEN
YORUMLANMASINDAN
DOĞAN BIRLEŞMIŞ
MILLETLER’IN
“SÜRDÜRÜLEBILIR
KALKINMA HEDEFLERI”,
GEZEGENDE DOĞAL
YAŞAMIN SÜRDÜRÜLMESI
YANINDA, SOSYAL
EŞITSIZLIKLERIN
AZALTILMASINI DA
IÇERIYOR.
28
bağımlı ve birbiri açısından elzem önem taşır ancak onların
farklı bileşenleri de sürdürülebilirlik bahsinde farklı sosyal ve
kültürel boyutları ön plana çıkararak bu çeşitliliği sağlar.
Çalışmanın ayrıntılarına girdiğimiz zaman öncelikle üçlü
ayırımda karşımıza “sürdürülebilir kalkınma içinde kültür”
(culture in sustainable development) yaklaşımı çıkar. Bu
yaklaşım kültürü ayrı bir sütun olarak münferit olarak ele alır,
kültürel üretim desteklenmeli ve özerk olarak yer almalıdır.
İkinci yaklaşım “sürdürülebilir kalkınma için kültür” (culture
for sustainable development) başlığıyla karşımıza çıkar. Burada kültürün rolü yalnız başına simgelediğinden çok daha
geniş kapsamlı tanımlanmıştır ve sürdürülebilir kalkınmada
temel oluşturarak kavramların birlikteliğini ortaya koymaya
yarar ve ortak hedeflere ulaşılmasında katalizör etkisi yaratır.
Burada kültürün rolü daha önce tanımlanmış olan sütunların
dengelerini bulmak ve insan ihtiyaç ve tutumlarından oluşan
eylemler zincirinde kavramsallaştırma ve aracılık için devreye
girmektir.
Üçüncü rol “sürdürülebilir kalkınma olarak kültür” (culture as
sustainable development) ����������������������������������
şeklinde tanımlanmıştır. B��������
u ayrımda artık daha önce tanımlanan sütunlar içindeki geçişkenlik
en üst seviyeye gelmiş, temel hedeflere ulaşırken altyapı ve
ayrı sütunların odağından ziyade bütünsel bir bakış açısı hatta
bunun sağlanması için bir paradigmal değişim amaçlanmıştır.
“SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA OLARAK KÜLTÜR”
İşte bu noktada baştan beri savunduğumuz disiplinlerara���������������
sı çalışmaların önemi de ortaya çıkmaktadır. İstanbul Bilgi
Üniversitesi gibi sosyal bilimler ve sanat odağıyla kurulmuş
bir üniversitenin iki farklı araştırma merkezinde görev alan
bir araştırmacı akademisyen olarak, son 15 yılda Türkiye’de
kültür politikaları nezdinde gerçekleşen birçok gelişmenin
sürdürülebilirlik tartışması çerçevesinde etik ve itibar çalışmaları, hatta ötesinde stratejik düşünme ve şirketlerin gelecek tasarımları için elzem olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Bu çalışmalar yalnız kentlerin markalaşması ve kent ekono-
misi üzerinden veya 2010 yılında İstanbul’un taşıdığı Avrupa
Kültür Başkenti üzerinden yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin Avrupa Komisyonu için yaptığı Compendium-yazılı
kültür politikası metni, geçtiğimiz yıllar için durumu arz eden
bir fotoğraf çekebilmişti. Bu fotoğrafın çekilmesinde referans
verilen ana politika dokümanlarında dile getirilen hedeflerin
değişmesiyle yukarıda bahsi geçen bütünsel yaklaşımın oluşturulması ve korunması konusunda zorluklar ortaya çıkmıştır.
İstanbul Kalkınma Ajansı�������������������������������������
tarafından desteklenen bir çalışmayla, YEKON-Yaratıcı Endüstriler Konseyi Derneği’nin 2014 yılında İstanbul’un bu konuda öncü üniversitelerinin katkılarıyla
tamamladığı, Yaratıcı İstanbul Senaryosu’nda katma değerli
üretim ve yaratıcılığın beslenmesiyle 2023’de ulaşılması hedeflenen ekonomik seviyeye, sosyal entegrasyon ve ekolojik
saygıyla gelineceği ancak bunların münferit olarak değerlendirilmesi yerine yukarıda belirtildiği gibi, “sürdürülebilir kalkınma olarak kültür” bakış açısının benimsenip bütünsel olarak değerlendirilmesi, paradigmal değişimlerin, disiplinlerarası ortaklıkların, çeşitli modellerin aynı değer seti çerçevesinde
kabul edilip uygulanmasıyla gerçekleşeceği belirtilmiştir.
İstanbul Bilgi Üniversitesi İş Etiği Uygulama ve Araştırma
Merkezi de bu bakış açısını hem yönetim kurulu temsilinde,
hem de “iş etiği” referansıyla yalnız kâr amacı güden, sanayi odaklı konvansiyonel modellerle çalışan örgütlerde değil;
bunun ötesinde kâr amacı gütmeyen, yaratıcılık ve maddi
olmayan üretimlere de odaklanan, hizmet sektöründe yer
alan, genel olarak sorumlu ve etik davranışı sürdürülebilirlik
tartışmasında bir kültürel kod olarak tanımlamış kurumlarla çalışmayı ilke edinmiş ve örneklerinin kamuyla paylaşma
sorumluluğunu taşımıştır.
Bu yaklaşımın kurumsal iletişim ve insan kaynakları tarafından kurumlarda yönetilen onlarca iç ve dış müşteri memnuniyeti, paydaş yönetimi odaklı projeye sirayet edeceğini ve “sosyal sorumluluk” veya “kurumsal vatandaşlık” kavramlarının
yalnızca takip edilmesi güzel ve şık projelerin ötesinde yeni iş
yapış biçimlerimiz olarak karşımıza çıkmasını umuyoruz. 4