INmagazine Sayı 12 | Page 44

GÜ N D E M 42 duğundan Çin’i de kendi geleneği üze- rinden anlamlandırmaya çalıştı. Ancak, aradan geçen 20 yılda Hong Kong, Çinli oldu ama sosyal, kültürel, ekonomik hatta hukuki yapısında hiçbir değişiklik olmadı; oysa aynı şeyi Doğu-Batı Al- manya birleşmesi için söylemek müm- kün değildir. Devlet-halk ilişkisi ise üçüncü temel fark. Batı toplumları devlet kavramının demokrasinin bir işlevi olduğunu dü- şünür. Devleti meşru kılan demokra- sidir. Oysa demokrasi ile yönetilmiyor olmasına rağmen Çin Devleti’nin halkın gözündeki meşruiyeti Batılı devletlerin kendi halklarının gözündeki meşruiye- tinin çok üstündedir. Martin Jacques bu durumu şöyle açık- lıyor: Çin’de anladığımız anlamda bir demokrasiden söz etmek mümkün ol- madığına göre, devletin otorite ve meş- ruiyeti temel işlevinden geliyor: Çin uy- garlık kültürünün korunması. (12) Devleti bu kadar güçlü yapan bir diğer şart ise Batılı devletlerin güç ve meşrui- yetinin sürekli olarak sınanıyor olmasına karşılık Çin Devleti’nin gücünün 2000 yıldır hiç sınanmıyor olmasıdır. Roma İmparatorluğu’nun dağılmasının ardın- dan ortaya çıkan hanedanlar, kilise, tüccarlar veya aristokrasinin başka aile- lerine karşı devamlı bir meşruiyet savaşı verdiler. Sonrasında kurulan devletler ise savaşlar, politik manevralar, ekono- minin dinamikleri ile sınandılar; hatta günümüzde halklar ve sivil toplum ta- rafından sorgulanmaları sürüyor. Oysa Çin Devleti’nin gücü özellikle iç dina- mikler tarafından hiç sınanmadı. Bizler devleti özgürlüklerimize her an tecavüz edebilecek, gücü sınırlandırıl- ması gereken bir işgalci olarak görürken bir Çinli için devlet, birliğin korunmasın- dan sorumlu bir aile reisi gibidir. Farkındaysanız Çin’in ekonomi politika- ları da kitaplarda okuduğumuz klasik modellere pek uymuyor. Çin hem dev- lete hem de sermayeye inanan bir bakış açısıyla yönetiliyor. Adam Smith’in “Çin piyasası Avrupa’da- ki her şeye oranla daha büyük ve daha karmaşıktır” tespitini hatırlayın. Bu du- rum, Mao dönemi istisna olmak üzere, hep böyleydi ve böyle kalacak gibi gö- züküyor. YANLIŞ SORU: KİMİN GEMİSİ DAHA BÜYÜK? Gelin başlangıç sorumuza geri döne- lim... Çin’i anlamak neden bu kadar zor? Çünkü Çin’i anlamlandırmak için hâlâ Batılı deneyimlere güveniyoruz. Batı’nın kibirli, kendi medeniyetinin en iyisi ol- duğunu düşünen ve çevresini anlamak yerine onların kendisini anlaması gere- ğine kendini inandırmış bakış açısı hâlâ birçoğumuzda hakimiyetini sürdürüyor. Amerikan tarihçisi Paul Cohen’e göre, Batı kendini olabilecek en kozmopolit kültür olarak görüyor. Oysa durum bu- nun tam tersi. Teknolojik, ekonomik, kültürel ve askeri gücü Batı’yı diğer medeniyetleri hiç tanımak zorunda bı- rakmamış. Bugün dünyanın en büyük ekonomik bölgesi olan ve dünya nüfu- sunun 1/3 ünün yaşadığı Doğu Asya, Batı hakkında Batı’nın onlar hakkında bildiğinden çok daha fazla bilgiye sahip çünkü uzun bir anlama ve anlamlandır- ma tecrübesi var. Dünya ekonomisi üzerindeki etkiye baktığınızda; hele dünyanın geleceğini düşündüğünüzde G7 ülkelerinin yerini E7 ve G20’nin aldığını, dünya ekonomi- sinin gelişmekte olan ülkeler tarafından biçimlendirildiğini görüyoruz. Hiçbir ülke içinde bulunduğu çağı şekil- lendirdiği için lider olamaz; yalnızca gele- ceği şekillendiren ülkeler lider olabilirler. Avrupa geleceği şekillendirme gücünü 15.-19. yüzyıllar arasında elde etti ve kullandı. Amerika bu imtiyazlı gruba 20. yüzyılda katıldı. Şimdi ise tüm sinyaller geleceği şekillendirme gücünün Doğu Asya’ya doğru geçiyor olduğuna işaret ediyor. Çin’in sadece taklit ürünlerin yapıldığı devasa bir fabrika olduğunu düşünen- lere hararetle bir ziyaret öneririm. Şehir- cilik politikalarına baksınlar, eğitim ku- rumlarını gezsinler, eğitim programlarını incelesinler, hatta meşhur tek çocuk politikasını incelesinler... Şaşıracakları- na eminim. Yukarıdaki resimde 15. yüzyılda Zheng He komutasında Güney Çin Denizi, Doğu Çin Denizi ve Hint Okyanusu’nda keşif seferleri yapan ve Doğu Afrika kı- yılarına ulaşan gemi ile bu keşiften 80 yıl sonra Kristof Kolomb’un Amerika’ya ulaştığı geminin ölçekli maketlerini gö- rüyorsunuz. Bu manzara karşısında aklınıza ilk ge- len soru ... “Bu gemi diğerinin kaç katıymış?” ise hâlâ Batılı ve niceliğe dayalı bir zihin ya- pısındasınız demektir. Çin büyüklüğüyle sizi büyüler ama onu anlayamazsınız. Sorunuz, “Bu teknoloji ve büyük- lüğe rağmen, kıtalararası keşiflere Avrupa’dan neredeyse 100 yıl önce başlamışken neden dünyaya hâkim olmayı tercih etmediler?” ise; durum-