INmagazine Sayı 18 - Page 42

KRİZ Şirketler Kriz Zamanlarında Suistimallere Karşı Neden Daha Kırılgan Oluyor ?

Yazı : Fikret Sebilcioğlu - SMMM , CFE , TRACE Anti-Bribery Specialist
COVID-19
öncesi dönemde şirketlerdeki iç kontrol sistemleri , yönetim kurulu ve üst düzey yönetimin risk anlayışı çerçevesinde tasarlanmıştı ve uygulanmaya devam ediyordu . COVID-19 salgınının getirdiği anormal , istikrarsız ve karmaşık 1 iş ortamı , yöneticilerin odağını bu krizde iş süreçlerine ve operasyonlara kaydırdı .
20

Böylesine derin yaşanan bir krizde , şirketlerin kaynaklarını yeni gelişen olaylara ve bunların etkilerini yönetmeye ayırması doğal . Ancak bazı şirketlerin bu süreçte , geçmişten gelen ve bu dönemde oluşan suistimal risklerine karşı savunmasız kalması da oldukça muhtemel .

Eğer eski krizler bizim için bir yol gösterici olacak ise içinden geçtiğimiz dönemin birçok şirkette suistimal tohumlarının atıldığı bir dönem olduğunu söylememiz çok da yanlış olmayacaktır . Kriz dönemleri her zaman suistimalciler için birçok fırsat sunmaktadır . Bu risklerin farkında olmak , suistimal risk değerlendirme süreci olan şirketlerde kolaylıkla dikkate alınabilir , olmayanlarda ise ne yazık ki zaten “ kötü ” olan durum “ daha kötü ” olacaktır .
Rüşvet ve Yolsuzluk ACFE ( Association of Certified Fraud Examiners ) tarafından COVID-19 öncesi hazırlanan “ 2020 Uluslara Rapor - Küresel İş Suistimali ve İstismar Üzerine Çalışma ” 2 , Türkiye ’ nin de içinde bulunduğu Doğu Avrupa ve Batı / Orta Asya Bölgesi ’ nde en sık karşılaşılan suistimal türünün % 61 oranla yolsuzluk olduğunu gösteriyor . Diğer bir deyişle 100 vakanın 61 ’ inde rüşvet , çıkar çatışması , ihaleye fesat karıştırma gibi yolsuzluğa ilişkin bir suistimal türü tespit edilmiş . Ayrıca Uluslararası Şeffaflık Örgütü ’ nün 2019 Yolsuzluk Algı Endeksi ’ ne göre Türkiye , 39 puanla Somali ’ nin sonuncu olduğu 180 ülke içinde 91 ’ inci sırada . Türkiye , son 5 yılda durumu en fazla kötüleşen üç ülkeden biri . Bu veriler COVID-19 öncesi dönemde dahi Türkiye ’ de yolsuzluk riskinin oldukça yüksek olduğunu gösteriyor . Aşağıda belirttiğim nedenlerden dolayı COVID-19 döneminde ve sonrasında bu suistimal türlerinde önemli artışlar olması kaçınılmaz gibi görünüyor .
Kamu ile Olan İlişkiler Bu dönemde hükümetler , şirketlerin ve bireylerin krizin yarattığı olumsuz koşullardan asgari seviyede etkilenmesi için birçok önlem alıyor . İçinde bulunduğumuz durum aşağıdaki gibi özetlenebilir :
• Türkiye de dâhil birçok ülkede şirketlere ve bireylere can suyu olması için sisteme önemli tutarlarda nakit enjekte ediliyor . Sistemde sıcak paranın aniden dolaşması ve özellikle paranın ağırlıklı olarak kamu görevlilerinin inisiyatifleri doğrultusunda dağıtılması , doğal olarak rüşvet ve yolsuzluk risklerini arttırabilir .
• Hükümetler tedarikinde zorluk çektikleri ürünleri ve hizmetleri can havliyle , baskı altında ve hızlı bir şekilde özel şirketlerden satın alıyor ( Örneğin ; ilaç , vantilatör , maske , hastane inşaatları , hasta nakliyesi gibi .).
• Pazarda bulunması zorlaşan ürünlerle ilgili olarak bunu fırsata çevirmek isteyen özel şirketler makul olmayan fiyat artışları yapabilir ancak bunu önlemesi gereken kamu görevlileriyle olası etkileşim yeni rüşvet ağlarının kurulmasına neden olabilir .
• Hükümet krizin etkilerini azaltmak için bu dönemde ticaret , ithalat , ihracat , nakliye gibi süreçlerle ilgili yeni kurallar ve onaylar devreye sokmaktadır . Bu kurallar kötüye kullanılabilir , yetkililer onay veya önceliklendirmeler için yasadışı ödemeler talep edebilir .
• COVID-19 ’ dan mağdur olan vatandaşlar için düzenlenen bağış kampanyaları bir taraftan önemli bir insani hareket
1 The Publicly Available Specification for Crisis Management ( PAS 200:2011 ) issued by the Cabinet Office and the British Standards Institution
2 https :// acfepublic . s3-us-west-2 . amazonaws . com / 2020-Report-to-the-Nations . pdf
İTİBAR yaşam adını verdiğimiz yaşam koşullarından bu kadar uzak- ta olacaklar mıydı? Yani “yoksulluk ve açlık” onlar için yine bir kader mi olacaktı? 40 Bangladeşli bankacı Nobel Barış Ödülü sahibi Muhammed Yunus’un Mikro Kredi sistemi genel anlamda finans dünya- sında kabul gören bir sistem olsaydı o fason atölyelerinde boğaz tokluğuna insanlar çalışmak durumunda kalacaklar mıydı? Ne yapıyor Muhammed Yunus? Bir bisiklet tamir- cisinin, evinde masa örtüleri yapan, perde diken, ayakkabı tamir edenlerin ihtiyaç duyabilecekleri 200-300 dolarlık krediler üretiyor. Bu insanlar bırakın bankalara gidip kredi istemeyi, bankaların kapısından bile içeri girmeye çekinen insanlar. Ama Muhammed Yunus onların onurlu bir yaşam mücadelesi vermeleri, bir mesleğe sırtlarını dayamış olma- larının özgüveni içinde araç gereç ve hammadde alabilme- leri için ihtiyaç duydukları o küçücük paraları temin ediyor. Senet yok, imza yok, kefil yok. Sadece bu borcun yine onlar tarafından geri ödenmesi gerektiği konusunda bir tokalaş- ma var. Bu kredileri alanların borçlarını geri ödeme oranı %96,5. Bu para ile alet edevat alıyorlar, parça alıyorlar, iş yapıyorlar, onurları ile para kazanıyorlar, üstüne üstlük borçlarını da ödüyorlar. Tüketim alışkanlıklarımızı başka bir kültüre dönüştürme- Öte yandan, salgın sonrası “olması gereken normale” dönüşün kapılarını aralayacak olan sivil toplum dinamiğini canlı tutabilmeliyiz. liyiz. Binlerce çanta, ayakkabı ve gömleğin satışı olmazsa hayat durmaz. “Bunları üreten fabrikalar kapanır, insanlar işsiz kalır.” masalını terk etmeliyiz. İnsanlık tarih boyunca bir uğraş alanı yaratmıştır. Onlar gider, yerine başka alanlar açılır. Belki de gözümüzü kör eden tüketim alışkanlığı, in- sanlık için yararlı olabilecek alanların doğmasının önündeki en büyük engeldir. Kendi gönlümüzü hoş tutmanın karşılığı olan her tüketimin bir başka insanı fakirleştirdiğini ve üzerinde misafir oldu- ğumuz gezegenin kaynaklarını anlamsızca tükettiğinin bi- lincinde olmalıyız. Çözümler Bizde Başlıyor, Bizimle Devam Ediyor Çözümler bizde. Sivil toplumun küresel iş birliğinde. Geçen yüzyıl paraya tahvil edilmiş değerlerimizle ancak si- vil toplum çatısı altında buluşabiliriz. 15 yaşındaki Greta Thornberg’in dünya gündemini nasıl etkilediğini özellikle bu dönemde unutmamalıyız. Küresel işbirliklerinin ancak sivil toplumun hükümetler üzerindeki etkisi ile il- gili insan hakları, kadına şiddet, çev- re gibi sayılabilecek onlarca alanda ne kadar etkili sonuçlar verdiğini Post-Korona dönemi için değerlen- dirmeliyiz. Bir yandan da ekonomik dünyanın belirsizliği içinde kendi pratik çö- zümlerimizi üretmeliyiz. Karınca ka- rarınca insanlara umut aşılamalıyız. Dostluğun, insanlığın ölmediğini; birbirimize ihtiyacımız olduğu bilin- cini davranışlarımızla yaygınlaştır- malıyız. Daha da önemlisi, bunları içimizden geldiği için ve inanarak yapmalıyız. Belki bir fabrikayı ayağa kaldıramayız ama bir terziyi, çerçe- veciyi, musluk tamircisini, marango- zu, hediyelik eşya satıcısını bizim için önemsiz ama onun için önemli küçük siparişlerimizle mutluluğumuza or- tak edebiliriz. Hayatın e-ticaretten ibaret olmadığını gösterebiliriz. Öte yandan, salgın sonrası “olması gereken normale” dönüşün kapıları- nı aralayacak olan sivil toplum dina- miğini canlı tutabilmeliyiz. Koronavirüs Aşısı Belirleyici Olacak! Sorumluluklarımızdan ne kadar so- rumlu olduğumuzu gösterecek bir gündem daha var ortada: korona aşısı. Bir değil birçok korona aşısı önümüz- deki iki yıl içinde ortaya çıkacak, bu belli. Peki, bunun sahibi kim olacak? Paralı mı olacak, parasız mı? Nasıl da- ğıtılacak? Kim organize edecek? Dün- ya Sağlık Örgütünün rolü ne olacak? İşte sivil toplumun Post-Korona dö- neminde vereceği en önemli sınav. Seçilmişliklerini küresel ölçekte söz sahibi büyük şirketlerin finansal des- teklerine borçlu karar vericilerin aşı konusunda bu şirketlerin beklentile- rine uygun kararları almaları tabii ki sürpriz olmayacak. Ama güçlü bir sivil toplum tepkisi, birçok alanda olduğu gibi bu konuda da onlara geri adım attırabilecek. Belki salgın hastalıklardan daha az etkileneceğiz, belki sağlıklı olacağız ama şurası kesin ki özgürlüğümüzü rehinci dükkânından geri alamayaca- ğız. Bedel olarak da “yeni değil, olması gereken normale dönüşü” ödeyeceğiz. Ama bu dönüşü bize devletleri yöne- tenler değil sivil toplumun gücü sağla- yabilir. Bugüne kadar olduğu gibi sivil toplumun “aklı”, gücünü bilimden ve sağduyudan alan omurgası hep “in- san” odaklı bir toplumsal yaşamın şe- killenmesinde etken oldu. Sivil toplumun gücü, devlet kurumla- rının teknolojiyi kullanarak veya kılcal damarlarına sızarak vatandaşlarını “kötülükler” karşısında koruma iddi- ası ile nasıl kontrol altında tutmaya çalışıyorsa sivil toplum da aynı tekno- lojiyi kendilerini yönetenlerin insan- lık ve gezegene karşı uygulamalarını gün ışığına çıkartacak bir çaba içinde olacaktır. Gücünü din, dil, ırk, cinsiyet ve coğrafya ayrımı gözetmeyen “kü- resel bireylerden” alacağı için devlet kurumları karşısında daha güçlü ola- caktır. Sonuçta; özel hayatımızın olmayacağı ve sadece davranışlarımızdan değil duygularımızın ticari, siyasi ve sosyal olarak kanaatlerimizin şekillenmesin- den de bizimle beraber birçok kişinin bilgi sahibi olacağı bir dünyanın kapı- sından içeri girmek üzereyiz. Rehinci dükkânlarının önünden geçerken de vitrindeki “özgürlüklerimize” anlamlı bir şekilde bakacağız! 41