INmagazine Sayı 18 - Page 40

Bu riskleri minimize etmek adına , tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de GRECO tarafından yayınlanan kurallar ışığında merkezi , bölgesel ve yerel otoritelerin pandemiyle savaşmak için aldığı önlemlerle ilgili kararlar şeffaf bir şekilde ele alınmalı , gözetim ve hesap verebilirliğe tabi olmalıdır .
GRECO tarafından yayımlanan kılavuzda kamu sektöründeki şeffaflık , denetim ve hesap verilebilirlik mekanizmalarının etkili işleyişinin yolsuzluğu önlemede önemli bir yer kapladığı belirtilmiştir . Covid-19 salgını gibi olağanüstü durumlarda halkın süreçle ilgili ihtiyaç duyduğu güvenilir bilginin kamu kurumları tarafından düzenli şekilde verilmesinin de şeffaflık prensibi açısından önemli olduğu vurgulanmıştır .
III . Covid-19 Sonrası ve Yolsuzlukla Mücadele Önlemleri Şu anda tüm dünya ile birlikte Türkiye ’ de de Covid-19 kaynaklı duraklama döneminin sonuçları merakla beklenmektedir . Tüm ülkeler açısından büyük toplumsal , siyasi ve ekonomik sonuçlar doğuran Covid-19 salgınının siyasi etkileşimin yoğunlaşması , bireysel hak ve özgürlüklerin tehdit altında olması ve ekonomik olarak bu yönde ciddi harcamalar yapılması nedenleriyle gündeme getirebileceği yolsuzluk risklerine hazırlıklı olmamız gerekmektedir .
Ülkemizde henüz bu yönde bir çalışma bulunmamakla beraber şeffaflık , hesap verebilirlik , dürüstlük ilkelerini benimseyen yolsuzlukla mücadele mekanizmalarını devreye sokarak Covid-19 ’ u bir anlamda fırsata çevirebilmemizi sağlayacak denge , denetim ve adil rekabetin etkin şekilde uygulandığı politikaların hayata geçirilmesi önemlidir .
Covid-19 ile ilişkili yolsuzluğun sınırlanmasına yardımcı olabilecek şeffaflık , hesap verebilirlik ve iyi yönetişim
önlemleri aşağıdakiler dikkate alınarak uygulanabilecektir :
• Kamu kurumları , kendilerine acil durum bütçesi çerçevesinde tahsis edilen fonları son derece rasyonel bir şekilde kullanmalı ve kamu kaynaklarının kullanımı ve dağılımı denetlenirken , ekonomik kararlar alınırken şeffaflık ve katılımcılık ilkeleri göz önünde bulundurulmalıdır ,
• Sözleşmeler yüksek şeffaflık düzeyine sahip olmalı ve yolsuzlukla mücadele hükümlerini içermelidir ,
• Yetkililer , sağlık sektöründeki risk faktörlerinin tanımlanmasını ve bu yönde tahsis edilen fonların özenle harcanması için uygun tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır ,
• Ülke yönetimleri aşıların , testlerin ve ekipmanların açık ve şeffaf bir prosedürle tedarik edilmesini sağlamalıdırlar ,
• Yönetimler , şeffaf kanallar yoluyla toplumun bütçe izleme ve ekipmanların satın alımına aktif katılımlarını sağlamalı ve mali harcamaların etkin bir şekilde yapılarak yolsuzluk risklerinin azaltılmasını amaçlamalıdırlar ,
• Hesap verilebilirliği sağlamak için
öncelikli olarak bir kurum ve denetçiler atanmalı ve yolsuzlukların bildirilebileceği kanallar güçlendirilmeli , “ whistleblowing ” ( ihbar ) teşvik edilmelidir ,
• Uluslararası alanda “ ethics hotline ” olarak anılan yolsuzlukların raporlanması için ayrılmış olan kanalların çalışanlar tarafından sorunsuz şekilde ulaşılabilir olması sağlanmalıdır ,
• Pandemi nedeni ile evden çalışmakta olan şirketler , ilgili birimlere ihtiyaç duyulduğunda ulaşmak üzere şirket içi iletişim kanallarını açık tutmalı ve çalışanlar için şeffaf bir ortam sunmaya devam etmelidirler .
Sonuç olarak , ülkelerin yolsuzluğun önlenmesi bakımından aldıkları önlemler hem devlet bürokrasisinin hem de adalet sisteminin düzgün biçimde işleyebilmesi adına son derece önemlidir . Bu nedenle , ülkemiz de dâhil olmak üzere Covid-19 salgını nedeniyle olağanüstü koşullarla karşı karşıya kalmış tüm ülkeler , yolsuzluk ve etik dışı davranışlara karşı proaktif önlemler alarak bu mücadelede
paylarına düşeni yapmalıdırlar .
19
İTİBAR Görsel www. www.cnbc.com sitesinden alınmıştır. 38 Kime, neden oy verirdik? Hangi takımı tutardık? Bize ait her şeyi pazar malı gibi bizzat kendimiz tezgâha çı- kardık. Bu paylaşımlarımızın bizi bizden alıp götüreceğine dair hiçbir fikrimiz yoktu! Veya vardı ve görmek istemedik. Ama teknoloji hep bir adım ötede, daha önceleri on yıllar süren değişim ve dönüşümü saatlere indirdi. Bizim işimiz “kullanıcı” sıfatıyla kuyrukta beklemekti. Bu bekleşme as- lında kimliğimizin deşifre edilmesinden başka bir şey değil- di. Devlet Kurumları Bu İşi Daha Çok Sevdiler Devlet kurumları, bu işte bizim de rolümüz var dediler. Bir rakip ve düşman yaratmak üzerine kurulu devletlerin iş modelleri, insanlık tarihi boyunca teknolojinin itici gücü ve esin kaynağı olmuştur. Ok ve yayla başlayan, kılıç kalkanla devam eden ve günü- müzde nükleer silahlanma yarışına dönüşen silahlanmanın özünde de aynen bu duygu vardır. Bu da onlara göre bir sorumluluk anlayışı: “Seni düşmanla- rımıza karşı korumak için bu silahları geliştiriyorum.” Hatta 6 Ağustos 1945’te olduğu gibi Hiroşima’ya, bir hafta sonra da Nagazaki’ye atom bombasını bu sorumluluğumun gös- tergesi olarak attım. Öte yandan, seni düşmanlarımıza karşı korumak için telefon- larını dinliyorum, elektronik posta yazışmalarını izliyorum; internet ortamında nerelerde geziniyorsun, sosyal medyada neler paylaşıyorsun hep seni korumak ve kollamak adına so- rumluluklarımın bilincinde gece gündüz çalışıyorum. Hatta birileri tarafından bu yaptıklarımın karşısında parazit sesler çıkmasın diye sorumluluklarımı yerine getirmek için internet hizmetleri veren şirketlere teknik alt yapı sağlayan şirketle- rin sunucularına fiber kablolar bağlayıp olabildiğince sessiz sedasız bu işleri yapıyorum. Zaten korona sonrasında epey bir süredir Çin’de olduğu gibi hastalık belirtilerinin takibi ile ilgili olarak geliştirilen mobil uygulama programları kanalıyla cep telefonundan sadece hareketlerini değil duygularını da izleyebileceğim. Yanlış an- laşılma olmasın. Devlet olarak vatandaşlarımızın güvenliğini ve sağlığını korumak bilinci ve sorumluluğu içinde bu görev- lerimi harfiyen yerine getiriyorum. Ne düşündüğünü bilmek, devlet olarak benim görevim ve sorumluluğum! Özgürlüklerimiz karşılığında “güvenliğimiz” şeklinde daya- tılan bir “yeni normal” benimsendi. Sivil Toplum Teknoloji ile Arka Kapıdan Giriyor Sivil toplumun da eli boş durmuyordu; Edward Snowden, Julian Assange ve diğerleri de devlet kurumlarının üzerleri- ne örttükleri battaniyelerin altında ne haltlar yediklerini or- taya çıkardığında onların birer “kahraman mı” yoksa “hain mi” olduklarına dair tartışmalar nasıl bir dünyanın içinde olduğumuzu gözler önüne seriyordu. Sadece yirmi sekiz ki- şinin mal varlığının dünya nüfusunun yarısının toplam geli- rine eşit olduğu gelir dağılımındaki adaletsizlik, sivil toplu- mun kuyruğunu dik tutmak zorunda olduğu gerçeği ile bizi buluşturuyor. En azından ortalığa saçılan Panama Belgeleri ile özgürlüklerimiz karşısında kime ne bedel ödediğimizi gördük. Uluslararası Af Örgütü, Oxfam, Uluslararası Şeffaflık Derneği, Greenpeace, WWF ve daha sayabileceğimiz paha biçilemeyecek değerde onlarca sivil toplum markası kamu- oyu oluşturma yetkinliklerini teknoloji ile katladılar. Devlet kurumlarının “bizim güven- liğimiz” adına bize ait bilgileri nasıl topladığı, yönettiği ve onların hoşu- na giden sesleri çıkartmadığımızda bu verileri burnumuza dayatması şimdi, Koronavirüs sonrasında gün- deme gelecek uygulamalar dikkate alındığında rehinci dükkânında ema- nete bıraktığımız özgürlüklerimiz ile yakından ilintili. Sivil toplumun bu süreçte nasıl bir pozisyon alacağı, re- hinci dükkânı ile akrabalık ilişkileri olan devlet kurumlarının yakından takip ediyor olması tabii kimseyi şa- şırtmıyor. Özetle Korona ile Dünyamızın Pusulası Şaştı! Kimsenin beklemediği bu Korona- virüs kaosu ve içindeki irili ufaklı krizler ekonominin bildik bütün sistemlerini alt üst etti. Çarklar dur- du. Pusula şaştı. Önünü göremeyen işletmeler kepenk indirdi. Kepenk indirmeyenler tesadüfen ayaktalar. Dünyada hiçbir ekonomi kendi içinde tutarlı, önünü görebileceği bir poli- tika üretemedi. Böyle bir şey zaten Kendi gönlümüzü hoş tutmanın karşılığı olan her tüketimin bir başka insanı fakirleştirdiğini ve üzerinde misafir olduğumuz gezege- nin kaynaklarını anlamsız- ca tükettiğinin bilincinde olmalıyız. ne üniversitelerde okutuldu, ne ki- taplarda var, ne de insanlık tarihinde yaşandı. Evet, benzer başka salgın hastalıklar ve krizler yaşandı ancak o dönemin alt yapısı ve koşulları, süreç birkaç on yıl sürse de hayatın norma- le dönmesini sağladı. Koronavirüs döneminde zenginler zenginlikle- ri yaşayamadılar. Tüm insanlığı bir getto duvarı içine hapseden salgın, ilk kez zenginlerin de özgürlüklerini elinden aldı. Mültecilerin yaşamını deneyimlemek durumunda kalan herkesin kafasındaki soru, “Normal hayatımıza ne zaman dönebileceğiz?” oldu. Eğer bu süreçte sivil toplum küresel ısınma, iklim değişikliği, insan hakla- rı gibi alanlarda etkili bir performans ile dünya sahnesine çıkarsa belki “yeni normal” değil ama ”olması ge- reken normale” geçiş şansımız ola- bilir. Yani, yaşamın tüm göstergeleri, odağında insan ve toplum olan bir döngüyle çalışmaya başlarsa gelir dağılımındaki adaletsizliğin, tüketim toplumunun yıkımının, çevre sorun- larımızın üstesinden gelebilme yet- kinliğine kavuşabiliriz. Örneğin Bangladeş gibi ülkelerde fason üretim yapan hızlı moda mar- kaları ardı ardına iflaslarını ilan ederken bu ülkelerdeki atölyelerde çalışanların durumu ne olacak? En azından günde 16-18 saat çalışarak açlık sınırında da olsa yaşamlarını idame ettiriyorlardı. Ama şunu hiç düşünmüyoruz: Adı “gelişmiş” olan ülkeler sorumluluklarından sorumlu olsalardı adı “gelişmemiş” olan ülke- lerde yaşayanlar bugünkü gibi eğitim ve sağlık hizmetlerinden yoksun; ilaç, gıda, meslek, sanayileşme gibi çağdaş 39