INmagazine Sayı 18 - Page 36

vakalarının özellikle denetimin zayıf olduğu dönemlerde arttığının bir kanıtı niteliğindedir .
Uluslararası Kızılhaç Federasyonu ( IFRC ) 2014-2016 yıllarında 11 binden fazla kişinin ölümüne neden olan Ebola salgınıyla mücadelede kullanılması öngörülen 124 milyon dolarla ilgili yürütmüş olduğu iç soruşturmasında 6 milyon doların IFRC personeli ve banka çalışanları tarafından suistimal edildiğini açıklamıştır . Ayrıca bu dönemde sahte gümrük faturaları düzenlendiği ve gerçekte var olmayan işçilere ödemeler yapıldığı da tespit edilmiştir . Geçmişte Ebola virüsü ile yaşanan deneyim , ülkelerin mevcut yolsuzlukla mücadele mekanizmalarının normal zamanlarda son derece başarılı bir şekilde çalışsalar bile kriz zamanlarında etkili olmayabileceğini sinyallemektedir .
I . Geçmiş Pandemilerin Yolsuzluk Üzerindeki Etkilerine Genel Bakış Her ne kadar ülkelerin büyük çoğunluğu Covid-19 ile verdikleri mücadeleden başarılı çıkmak amacıyla tüm tıbbi ve finansal kaynaklarını en iyi şekilde değerlendirerek bu kaynakların doğru dağılımını sağlamak için çaba göstermekte olsalar da geçmiş dönemdeki pandemiler sırasında bazı bireylerin kendi kişisel çıkarları için kamusal rollerinden yararlanarak sağlık sektöründe yol açtıkları yolsuzluklar göz önüne alındığında aynı risklere bu süreçte de maruz kalınması
doğal bir döngü olarak karşımıza çıkmaktadır .
Geçmiş pandemilerle mücadelede öğrenilen derslerden yola çıkarak sağlıkla ilgili tedarikin hızlandırıldığı bu dönemde , artan sözleşmelerin kötüye kullanımının yol açabileceği fahiş fiyatlar , kalitesiz ürün tedariki ve rüşvet gibi yolsuzluklara hazırlıklı olmak gerekir .
Ebola virüsü ve domuz gribi gibi önceki salgınların yarattığı krizlerde uluslararası bağışların ve yardım fonlarının hukuka aykırı kullanımı , yolsuzluk
Geçmişte küresel dikkatin üzerinde yoğunlaştığı bir başka salgın olan HIV ( AIDS ) de yolsuzlukla mücadeleye ilişkin ciddi dersler vermiş ; halk sağlığı sisteminde izleme , hesap verebilirlik ve bilgi paylaşımının önemini hatırlatmıştır . AIDS ’ in önlenmesi ve yönetimi için çeşitli ülkeler tarafından özellikle Afrika ülkelerine milyarlarca dolar bağış yapıldığı dönemlerde , bazı uluslararası kuruluşların bu bağış fonlarının ne şekilde kullanıldığına ilişkin yapmış oldukları araştırmalar sonucunda ; belli malzemelerin hiç satın alınmamış olduğu , tedavi , tedarik ve dağıtım sorunları bulunduğu , bazı sağlık ve kamu görevlilerinin tahsis edilen ilaçların satışından yararlandıkları tespit edilmiştir . 1
II . Yolsuzluk Riskleri Bakımından Uluslararası Alanda Atılan Covid-19 Adımları Bilindiği gibi Avrupa kıtasında İtalya , COVID-19 salgınından en fazla etkilenen ülke olmuştur . Mart 2020 boyunca , İtalya ’ da şeffaflığı ve hesap verebilirliği azaltan bazı yolsuzluk olayları gündeme gelmiştir . Örneğin , bir tarım
17
1 https :// journals . sagepub . com / doi / pdf / 10.1177 / 2158244017718235
MAKALE A ynı şekilde MS 79 yılında gerçekleşen Vezüv Ya- nardağı felaketinde neden Pompei, Herculaneum ve Stabia kentlerinin sakinleri saatlerce kentleri terk etmeden olanları izledi? Ya da 2005 yılında Katrina Kasırgası New Orleans'a yaklaşırken yapılan uyarı- lara rağmen birçok kişi neden kentten ayrılmayı reddetti? Peki bu inkar veya göz ardı etmenin arkasında yatan se- bep nedir? Sosyal psikologlara göre bu durumun arkasında “Normallik Yanılgısı” (Normalcy Bias) denen kavram yatı- yor. Normallik yanılgısı, insanların çevrelerinde meydana gelen risk ve tehdit uyarılarını inkâr etmesine veya mini- mum olarak görmesine sebep olan bilişsel bir çelişki çeşi- didir. Normallik yanılgısı genel olarak meydana gelen veya gel- mesi muhtemel olan salgın hastalıklar, araç kazaları, doğal afetler, savaş gibi felaket veya kaza uyarılarına cevap olarak karşımıza çıkar. 34 Aslında bu garip inkâr hâli çok da istisnai bir durum değil. Yapılan araştırmalara göre meydana gelen herhangi bir fe- laket veya kazada insanların %70'i böyle bir inkârı tercih ediyor. Dizi veya filmlerde böyle bir olay ile karşılaşan kala- balıkların çığlıklar attığını ve panik içinde sağa sola kaçıştı- ğını görsek de çoğu insan gerçek hayatta böyle davranmıyor. Normal faaliyetlerine biraz şaşırmış olsa da devam etmek insanlığın doğasında var. Araştırmacılar aslında bunun çok da kötü bir davranış olmadığını çoğu zaman kaos ve karga- şayı da engellediğini düşünüyorlar. Fakat sorun şurada orta- ya çıkıyor: Ya gerçekten kaçmak gerekiyorsa? Burada sorun normallik yanılgısının böyle bir kaçışı, önlem almayı hatta bilgi alma ihtiyacını engellemesi. Her şeyin çok normal ol- duğuna inanılması ile durumun ne olduğu hakkında bilgi almak isteyen azınlık da frenleniyor ve yaklaşmakta olan felaket veya kazaya karşı iyice duyarsızlaşmaya başlanıyor. The Unthinkable: Who Survives When Disaster Strikes – and Why kitabının yazarı Amanda Ripley'e göre felaket ve kazalarda insanların ortak tepki modeli vardır. Bu modelin de üç aşaması bulunmaktadır: inkâr, düşünme ve karar anı. İnkâr aşaması, insanların bir felaketin gerçekleştiğini, üste- lik kendi başına geldiğini kabul etmemesidir. Bunun sebebi, beynin bir tehlikeyi işlemesinin ve onu bir risk olarak fark etmesinin zaman almasıdır. Düşünce aşamasında, kişi artık ne yapacağına nasıl davra- nacağına karar vermek zorundadır. Kişi eğer bir çıkış bir planı oluşturamamışsa bu ciddi bir sorun yaratacaktır. Ar- tık panik başlayacak ve doğru karar verme mekanizması da bundan etkilenecektir. Ripley tarafından karar anı olarak adlandırılan üçüncü aşa- İnkâr aşaması, insanların bir felaketin gerçek- leştiğini, üstelik kendi başına geldiğini kabul etmemesidir. mada kişinin artık hızlı ve kararlı bir şekilde davranması gerekmektedir. En ufak bir tereddüt, riski büyütecektir. Rip- ley'e göre kişi inkâr ve düşünme aşamalarından ne kadar hızlı geçebilirse karar anına o kadar hızlı ulaşabilecek ve ona göre de harekete geçebilecektir. Normallik yanılgısının en çarpıcı ve dramatik örneklerin- den biri 2001 yılında gerçekleşen 11 Eylül saldırıları sıra- sında Dünya Ticaret Merkezi gökdelenlerinde yaşanmıştı. Elbette binalarda olan birçok kişinin kurtulmak için en ufak şansları yoktu. Fakat saldırıyı araştıran müfettişler, kurtul- ma şansları varken geç kaldığı için hayatını kaybeden birçok kişinin de olduğunu tespit ettiler. Örneğin National Institute of Standards and Technology’nin kurtulan 900 kişi ile yap- tıkları araştırmada, Dünya Ticaret Merkezi'nden saldırı son- rası çıkış yapanların merdivenlere yönelmeden ortalama altı dakika bekledikleri ortaya çıkmıştı. Neden bazı insanlar saldırıdan hemen sonra çıkış yaparken hiç de azımsanma- yacak bir kısım neredeyse yarım saat kadar bekledi? Yine NIST'in yaptığı araştırmaya göre insanların bir kısmı ailele- rini ararken birçoğu da bilgisayarlarını kapamak için bekle- miş. Böyle ölümcül bir saldırıda bile ağırdan almanın sebebi ne olabilirdi? Bu doğrultuda NIST'in yaptığı 11 Eylül araştır- masında saldırıda sağ kalanların %70'inin binayı terk etme- den önce başka kişilerle konuştuğu ortaya çıkmıştı. Üstelik kadınların bu konuda erkeklere göre çok daha hızlı tepki verdiği ve tahliyeyi daha kolay kabul ettikleri görülmüştü. Yine İngiliz bir psikolog olan John Leach 2004 yılında yayın- ladığı makalesinde felaketlerde insanların üç farklı davranış şekli olduğunu belirtmiş. İnsanların yaklaşık %10-15’i sa- kin kalıp hızlı ve etkili bir şekilde hareket ederken bir diğer %15'lik kesim ise panikleyip kaçışmaya başlıyor. Bu tarz histerinin ise kalabalık tarafından bir şekilde izole edildiği- ni söyleyen Leach, asıl çoğunluğun çok az şey yaptığını iddia ediyor. Ona göre çoğunluk böyle bir durum karşısında afal- lıyor ve şaşıyor. Bu yüzden de tepki süresi oldukça uzuyor. Beynimizin gelen veriyi nasıl ve ne sürede işlediği büyük önem kazanmaktadır. Yapılan araştırmalar en sakin olduğu- muz durumlarda bile veri eksikliği yaşadığımızı göstermek- tedir. Beynimizin değil böyle bir kriz anını, normal bir du- rumu bile sindirebilmesi için 8-10 saniyeye ihtiyacı vardır. Üstelik fazla stres de bu süreyi arttırmaktadır. Yeni verilerle karşılaşan beynimiz hızlı harekete geçmek yerine hızını daha da düşürmekte ve deneyimlerine göre bir kısa yol ara- NIST'in yaptığı 11 Eylül araştırmasında saldırıda sağ kalanların %70'inin binayı terk etmeden önce başka kişilerle konuştuğu ortaya çıkmıştı. maktadır. Bu da çoğu zaman, yaşanan kaza veya felaket ile ilgili kişinin eski deneyimleri olmadığı için hiçbir şey yapmamak olmaktadır. Texas A&M Üniversitesi Tehlike Azaltma ve Kurtarma Merkezi'nde görevli olan Michael Lindell'a göre birçok insan tüm hayatını en ufak bir kaza veya felaket olmadan geçirir. Böyle bir durumla karşılaştıkları za- man da en akıllıca tepkileri, "Benim başıma böyle bir şey gelmez." olmak- tadır. Normallik yanılgısı bilişsel çelişkisi, anlı şanlı şirketler için de geçerli olu- yor. Yıllarca her türlü krize hazırlan- dığı düşünülen şirketler gerçekten çok önemli bir sorun ile karşılaştık- ları zaman ya bunun farkına çok geç varıyorlar ya da bunu görmüyorlar bile. Özellikle dünyayı sarsan son ko- ronavirüs salgınında bu durumdan muzdarip olan birçok şirket ortaya çıktı. Gelen felaketin uzun süre far- kına varmayıp bu felaketten çok sert bir darbe aldılar. Şimdi, sonrasında da bu durum şirketlerin etik ve uyum konularına verdikleri önemde orta- ya çıkacak. Şirketler daha şimdiden kendilerine bir çekidüzen vermek zorundalar. Her şeyin salgın sonrası gibi gitmeyeceğini anlamalı ve ona göre kararlar vermeliler. Koronavirüs sonrası iş dünyasında kâr marjlarının çok büyük önem kazanacağı ortada. Uluslararası Suistimal İnceleme Uz- manları Birliği ACFE’nin 2018 rapo- runa göre şirketler yıllık gelirlerinin ortalama %5’ini suistimaller nede- niyle kaybediyor. Şirketlerin %53’ü suistimal kayıplarını telafi edemiyor, sadece %15’i bu kaybı tamamen te- lafi edebiliyor. Yine aynı rapora göre küçük işletmeler genellikle, suistimal önleyici kontrollere daha az sahip olduğu için, suistimale karşı daha sa- vunmasız olarak görülüyorlar. Böyle bir dünyada şirketlerin bu ölçüde bü- yük kayıplara sessiz kalması onların zararına olmayacak mıdır? Her şeyin koronavirüs sonrası nor- mal olarak devam edeceği “bias”ın- dan şirketlerin kendilerini kurtarma- ları gerekiyor. Artık yeni bir normalin olacağı dünyada etik ve uyum çok daha fazla önem kazanacak. Şirketle- rin de gelecek bir kaza veya felaketi önceden sezmesinin bu açıdan çok büyük önemi olacak. Kaynaklar : Inglis-Arkell, Esther (May 2, 2013). The frozen calm of normalcy bias. Amanda Ripley, (June 10, 2008). The Unthinkable: Who Survives When Di- saster Strikes – and Why Amanda Ripler, (Apr. 25, 2005) How to get alive? Times 35