gönül koyan, mecburen‘ ayırıldığı’ Barla’ ya yirmi sene sonra geldiğinde dalları üstüne yaptığı ağaç evde geceler boyu tefekkür ve zikirde bulunduğu çınar ağacını yirmi yıllık bir dosta yeniden kavuşmuş gibi sarılıp ağlayan bir vefa nişanesi …
Şefkatin ve vefanın, insanı nasıl incelttiğini de göstermiştir bana. İnsana o kadar hizmet eden bir mahlûka hakaret anlamında‘ eşek’ denilmesinden rahatsız olmasını; talebelerine, çalışkanlığına ve gördüğü o kadar işe atıfla‘ işlek o, işlek’ demesini unutamam meselâ. Hayata saygının bir nişanesi olarak, dağda bayırda yeşil tek bir dalın bile kırılmasına müsaade etmeyip odun olmak üzere sadece kuru dalları toplatmasını … Bir kertenkeleyi öylesine öldüren genç bir talebesine verdiği‘ hayata saygı’ dersini...
‘ insan’ ı tanımanın da yolunu göstermiş bir isimdir Bediüzzaman.“ Yüz kapılı bir saray” dır ona göre insan; bir kapı kapalı diye terkedilmez. Hele ki gençler … Onun, bir mektubunda söylediği üzere, her genci kendisine‘ arkadaş’ bilmesi meselâ. Eskişehir Hapishanesinin penceresinden karşıdaki lisenin bahçesinde oynayan gençlere baktığında, kendi hapsini değil de onların akıbetini düşünüp ağlayışını unutamam. Öyle de bir şefkat kahramanıdır. O şefkat ki, Eğirdir gölü üzerinden Barla sürgününe doğru yol alırken de, kendisine refakat eden jandarma erinin keklik avı peşinde olmasına karşı, kendi akıbetini değil o kekliğin hayatını düşündürecek,“ Evladım, onun da yuvasında bekleyenleri var” diyerek jandarmayı bu avcılıktan alıkoyacaktır.
Benim için Bediüzzaman,“ Vefa imandandır” buyuran Hz. Peygamber’ in yürüdüğü yolda, vefadarlığın da bir timsalidir. Sürgün yeri Barla’ da tanıştığı, sonra müessif bir kazayla vefat eden dostu, talebesi Muallim Ahmed Galib’ in evini sürgünü bitip serbest dolaşır hale geldiği zamanda, aradan yirmi yıl geçmiş de olsa ziyaret eden bir vefa nişanesidir. Kaşığını kırıldı diye atıveren talebesine‘ Ama o bu kadar sene bana hizmet etmişti’ diye
Diğer taraftan,“ Ben de bir talebeyim; ders arkadaşınızım” sözünü ona söyleten tevazuunu.“ Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak” diye özetlediği hakikate davet üslubunu.“ Benim sözümü de ben dedim diye kabul etmeyiniz” diyerek, insanları duyduğu her sözü Kur’ ân ve sünnet mihengine ve akıl terazisine vurmaya davet edişini; kimseyi ilminin ve faziletinin esiri etmeyişini …
Benim için hayatı ve eseriyle, bizi âlemler Rabbini tanımaya ve yalnız O’ na kul olmaya; O’ nun Kitabını rehber ve peygamberini kılavuz edinmeye; Allah’ ın kullarını kendine kul edinmemeye ve kula kulluk etmemeye dair bir yol haritası sunan isimdir Bediüzzaman. Hakikati kendi tekelinde görmemenin,“ Güzel yalnız benim gördüğümdür” tekelciliğine düşmeden“ Gördüğüm güzeldir” diyebilmenin yolunu gösterendir.
Ben güzel görmeyi ve düzgün düşünmeyi ondan öğrendim. Dahası, bunun yalnız ona has bir şey olmadığını da bana o öğretti. Kur’ ân’ a hizmet eden, Peygambere ümmet olan herkesi sevmeyi... Farklılıklarımızın çatışma sebebi değil, birbirimizi tamamlamak için bir imkân ve zenginlik olduğunu.“ Bu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad- İslâm’ dır” diye bilip, bir vücudun organları gibi o farklılıkları anlamlı ve hayatlı bir bütün içinde değerlendirmenin çabası ve duası içinde olmayı …
Ona ve hakikat yolunda bize yol gösteren bütün değerlerimize selam olsun …
38 Gri Edebiyat