Deneme
Mekan
Bahar Mı Gelmiş?
Bahar gelmiş… Artık baharın geldiğini fark edemiyorum.
Bir tek çiçek bile yok etrafta. Tam da şu zamanlarda mor
sümbüllerimin buram buram kokusu vurmalıydı burnuma.
Camımı açtığımda kiraz çiçekleri karşılamalıydı beni.
K
Yahya Efendi
Emine GÜNER
Esma TÜYLÜ
[email protected]
@Baharrisalesi
oşuyorlar! Oysa benim bu bina enkazları arasında koşa-
bilmem için bir çift ayakkabıya ihtiyacım var.
Ne çok yiyorlar! Yemek yiyebilmem için önce sığındığım bu
yıkık binadan çıkmam, sonra yalın ayak ekmek aramam la-
zım.
Ne çok eğleniyorlar! Eğlenebilmem için arkadaşlarımın ha-
yatta olması lazım.
Vapurla, Beşiktaş iskelesine geldiğinizde, sağ ta-
rafa, Yıldız Parkına doğru ilerlediğinizde tarihi bir
yol sizi karşılar… Yıldız Parkının hemen yanında
olan bir yokuşu çıktığınızda ise boğaza nazır bir
tepe üzerinde yer alan bir tekke vardır. Bu tekkede
İstanbul’un manevi şahsiyetlerinden Yahya Efen-
di’nin ve yakınlarının kabirle ri bulunmaktadır. Her
bir ziyaretinizde ayrı bir tat, ayrı bir lezzet bulaca-
ğınız bir asude mekândır bu türbe… Yahya Efen-
di’ye, pek çok kişi tarafından ziyarette bulunularak
dualar edilir. Gelin bizlerde İstanbul ‘un bu manevi
mimarlarından biri olan Yahya Efendi’yi yakından
tanıyalım.
Bahar gelmiş… Artık baharın geldiğini fark edemiyorum. Bir
tek çiçek bile yok etrafta. Tam da şu zamanlarda mor sümbüllerimin buram buram kokusu vurmalıydı
burnuma. Camımı açtığımda kiraz çiçekleri karşılamalıydı beni.
Nerede şiirlerde söz edilen doğa? Yenilenen orman, yeşilin tazeliği, çam kokusu…
Kır papatyası, babamın annemin başına nazikçe bıraktığı papatya tacı.
Şimdi geride iki mezar ve tank paletinin altında ezilen saflığını, beyazlığını ve toprak kokusunu kaybe-
den bir papatya.
Onun yitip giden; saflığı çocukluğumu, beyazlığı özgürlüğümü, toprak kokusu ise bir daha geri gelme-
yeceğine inandırıldığım umudumu alıp gidiyor.
Bir tank, bir palet ve altında ezilen çocukluğum, özgürlüğüm, umudum… Hepsi paramparça.
Şimdi bu yıkık binadan koşarak çıksam, ekmek aramak yerine bir tutkal bulsam, ayaklarım kan içinde
kalsa, geri döndüğümde paramparça olan her şeyi geri yapıştırabilir miyim? Ya da ensemden vurulma-
dan geri dönebilir miyim?
Korkmuyorum! İster yapışmasın parçalananlar, ister vurulayım ensemden. Kaybedeceğim tuzla buz
olmuş cam kırığı hayatım ya da sızarsa vücudumdan bir kaç damla kan ve kaldıranı bulunamayan be-
denim. Artık toprak bile fark etmez üzerine neyin yığıldığını.
58
Gri Edebiyat
Şeyh Yahya Efendi, 1495 yılında Trabzon’da doğ-
du. Babasının adı Amasyalı Kadı Ömer Efendi,
annesinin ki ise Afide Hatun’dur. Kanuni Sultan
Süleyman Han, Yahya Efendi’nin annesinden süt
emmesi sebebiyle Yahya Efendi’nin sütkardeşi
oldu. Bu sebeple, Kanuni Sultan Süleyman Han,
ona ‘’Ağabey’’ diye hitap ediyordu. Şeyh Yahya
Efendi, ilköğrenimini Trabzon ‘da zamanın velile-
rinden Müfti Ali Çelebi ‘den aldıktan sonra İstanbul
‘a gelir. Yavuz Sultan Selim Han ve Kanuni Sultan
Süleyman Han devirlerinin büyük âlimi Zenbilli Ali
Efendi’nin talebesi olur, onun derslerinden büyük
ölçüde istifade eder. 1526 senesinde Canbaziye
Medresesi’nde müderris olarak tedris vazifesine
başladı. Müderrislikte emekli edildikten sonra inzi-
vaya çekildi. Beşiktaş ‘ta satın aldığı, bugünkü tür-
be ve mezarlığın bulunduğu araziye bir ev ve mes-
cid, daha sonra evin etrafına medrese, hamam ve
çeşme yaptırdı. Tekkesi çok ziyaret edilen bir yer
idi. Bilhassa denizcilerin sefere gidip döndüklerin-
de, mutlaka tekkeye ziyarete gelmeleri adettendi.
Şeyh Yahya Efendi 1570 yılında, Kurban Bayramı
gecesi vefat etti. Cenaze namazını, bayram nama-
zına müteakib Süleymaniye Camii’nde devrin Şey-
hülislamı olan Ebussuud Efendi kıldırmıştır.
Kanunî Sultan Süleymân Hân, Yahyâ Efendi’nin
pek yüksek bir zât olduğunu, Hızır aleyhisselâm
ile görüştüğünü bilir, kendisini de Hızır aleyhis-
selâm ile görüştürmesini isterdi. Aralarında geçen
bir menkıbe şöyle anlatılır:
Kanunî, bir gün kayıkla Boğaz’da gezmeye çık-
mıştı. Ortaköy hizasına gelince kıyıya yanaşıp, bir
adam göndererek Yahya Efendi’yi çağırttı. O da
yanında bir ahbabı ile gelip kayığa bindiler. Birlikte
giderlerken, Yahya Efendi’nin ahbabı, devamlı ola-
rak Kanuni’nin parmağında bulunan çok kıymetli
bir yüzüğe bakıyor ve bu bakış dikkati çekiyordu.
Kanunî bu hâli fark edince, parmağındaki o kıy-
metli yüzüğü çıkarıp; “Buyurun, daha yakından
iyice bakıp inceleyebilirsiniz” dedi. O zât yüzüğü
aldı. Evirip çevirdikten sonra, denize atıverdi. Yah-
ya Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar çok hayret etti-
ler. Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istedi-
ğini bildirince, kayık kıyıya yanaştı. O zât, ineceği
sırada denizden bir avuç su alıp Sultan’a uzattı.
Avcundaki suda, biraz önce denize attığı yüzük
vardı. Yahya Efendi hâriç, kayıkta bulunan herkes,
yine çok hayret ettiler. Kanunî, elini uzatıp yüzü-
ğü alınca, o zât birdenbire gözden kayboluverdi.
Kanunî, Yahya Efendi’ye dönüp; “Ağabey, neler
oluyor?” dedi. O da; “O gördüğünüz Hızır aleyhis-
selâm idi” dedi. Bunun üzerine Kanunî; “O hâlde
bizi niye tanıştırmadınız?” deyince, Yahya Efendi
“O kendini tanıttı. Ama siz tanımakta geç kaldınız”
buyurdu.
Hiç Bilenlerle Bilmeyenler
Bir Olur Mu?
59