Gri Edebiyat Sayı 4 | Page 42

Röportaj Faruk Beşer: Dünya İlginç Bir Noktaya Doğru Gidiyor İmam hatiplerde öğretmenlik yapan arkadaşlardan aldığımız bilgiye göre namaz kılma oranı %10-15 kadar. Namaz kılma oranı imam hatipte bu kadar olursa diğer okulları siz düşünün. Bu korkunç bir tehlike. rek kadem-i şerifin bir resmini çizdi, içine ise şun- ları yazdı ve ömrü boyunca sorgucunda taşıdı: ‘’N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim Kadem-i pâkini ol hazret-i şâh-ı rusülün Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün...’’ Efendimiz, ashaba toplu olarak bir şey söyleyece- ği zaman bir kuru hurma kütüğüne sırtını dayayıp o şekilde hitabette bulunurlarmış. Sonra cemaat çoğalıp, arkada kalanlar Efendimizi göremez hâle gelince, bu şikâyet Efendimize arz edilmiş. Bunun üzerine üç basamaklı bugünkü minber diyebilece- ğimiz bir merdiven yapılmış. Efendimiz hutbeye o merdivenle çıkınca ortalığı bir hıçkırık sesi almış. Hıçkırık sesini herkes duymuş ama kimse nere- den geldiğini anlayamamış. Efendimiz merdiven- den inip, daha evvel sırtını dayadığı hurma kütü- ğünün yanına gitmiş, O’na sarılmış, O’nu okşamış ve O’na: ‘’Ağlama. Niye ağlıyorsun?’’ demiş. Kütük: ‘’Şimdiye kadar sırtınızı bana dayıyordunuz. Şimdi oraya gittiniz. Sizden ayrı kaldım. Ona ağlıyorum.’’ diye cevap vermiş. Bunun üzerine Efendimiz: ‘’Bu muhabbetine karşılık, şimdi Rabbime duâ edeyim. Seni tekrar meyve veren ağaç hâline mi getirsin yoksa seni burada muhafaza edelim ama ahiret- te benimle beraber ol. Hangisini istersin?’’ buyur- muş. Kütük: ‘’Ahirette sizinle olmayı isterim Ya Resulallah.’’ demiş ve Efendimiz minberin altına çukur kazdırıp, kütüğü oraya gömdürmüş... Yaman Dede... Hep yanmaktan bahseder: ‘’Cemâ- linle ferahnâk et ki yandım ya Resulallah.’’ der bazen. Bazen ‘’Yanan kalbe devâsın sen...’’ diye seslenir. Bazen ‘’Ağlatma da yak, hâl-i perîşânıma 40 Gri Edebiyat bakma!’’ der. Serdar Tuncer’den duymuş idim. Son nefesini verirken doktorlar ateşini düşürememiş ve o yüksek ateşten sebep vefat etmiş. O kadar samimi, o kadar gönülden, o kadar kalpten istemiş ki ‘’Yak!’’ demeyi, Cenâb-ı Hak manen yakmış, na- sıl yaktığını biz ifade edemeyiz belki... Zahiren de yakmış, yanarak gitmiş... İşte böyle bir Peygamber âşığının Efendimiz (a.s.v)’a niyâzıdır: ‘’Cemâlinle ferahnâk et ki yandım ya Resulallah...’’ Fanilere verilen bu muhabbet muhakkak ki Bâkî olan Rabbimizin rahmetinden bir zerredir... ‘’Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.’’ Bu ne demek? Gülün kokusu, bebeklerin yüzündeki te- bessüm, masmavi gökyüzü, bülbülün sesi, insa- nın kalbi, denizdeki dalgaların kayalıklara vurduğu vakit çıkardığı o güzel ses, aklınıza ne geliyorsa yaratılmış manasına, her şey O rahmetten istifa- de etmekte. O rahmetten istifadesi kadar güzelle- şiyor her şey. Var olmaya devam ediyor. Ve hatta ‘’Levlâke levlâk lemma halaktü’l eflâk...’’ Sen ol- mayaydın âlemleri yaratmazdım. Her şey O’nunla var, O’nun için var, O’nun hatırına var. Ramazan da O’nun hatırına var. Ramazanda oruç tutan mümin de O’nun hatırına var. İftarın sevinci de O var diye var. Bir bardak çay da O var diye var. O var olma- saydı bütün varlar yok oluverecekti. Akif’in şu di- zeleri yokluyor kalbimi: ‘’Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep; Medyûn ona cem’iyyeti, medyûn ona ferdi. Medyûndur o ma’sûma bütün bir beşeriyyet... Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr