ilimlerinde ne var ne yoksa hatmeyledikten sonra
yirmi iki yaşında tıp ilminin zirvesini aşmaya niyet
eylemişti. Fasılalarla yirmi üç senede tıp ilminin
en yüce eserini nihayet ikmal etmişti.
Tarihçe-i hayatını saatlerce dinlemeye hazır olma-
mıza rağmen nefsi hakkında bu kadar kısa ve öz
malumat aktarmayı arzu etmiş olmalıydı. Bu kısmı
uzatmadan ilmî bir meseleye dair sohbete girme-
ye teşebbüs ettilerse de şehrimizin uleması onun
ilmî tecrübesinden çokça istifadelenmeye muhtaç
olduklarından, bu kadar farklı ilim disiplinlerini ne-
den bir bünyede hazımsızca cem etmek istediğine
dair sual edecek oldular. Büyük âlim şöyle bir hatı-
rasından bahsetti:
Genç yaşında okuyup ilim tahsil etmenin misil-
siz lezzetini keşfettiğinde, bir yandan kitaplardan
muhtelif ilimleri okumaya bir yandan da okuduk-
larını mümkün olabildiğince tecrübe etmeye baş-
lamış. Erken zamanlardan itibaren kendini verdiği
okuma zahmetinde gözüne uyku girecek olsa nef-
sini zorlar, uykusunu erteleyebildiğince ertelermiş.
Böylece uzun zaman gecelerini ilimle hemhâl ola-
rak geçirmiş.
O zamanlarda eline geçen muhtelif ilimler ara-
sında Rum diyarlarının kadim ulemasından Aris-
to’nun metafizikle ilgili kitabını kırk kere okumuş-
luğu vaki olmuş. Fakat, “İnsanın da nihayeti var.”
dedi büyük âlim, “Aklım almadı o eseri. İdrakimi
zorladım, idrak edemedim. Ümitsizliğe kapıldım.”
Bir süre yeis halinde dönüp dolanmış. Bocalamış.
Sonra bir gün Buhara çarşısında bir dellalın mezat
ile kitap satmakta olduğunu görmüş. Zihni belki o
zaman için bir süre dinlenmeye muhtaç vaziyette
olan genç âlim, o an oradan geçip gitmek niyetin-
deyse de dellal bu genç ilim tâlibini tanıyıp kita-
bı almasında ısrarcı olmuş. “O kitap” dedi büyük
âlim, “Farabi’nin, bir türlü halledemediğim meza-
fizik mevzularına dair mühim bir kitabı idi. Başta
kıymetini tartamadığımdan işe yaramaz olduğunu
düşünüp almak istemedim. Fakat dellal, paraya ih-
tiyacı olduğunu, bu sebeple kitabı ederinden ucu-
za alabileceğimi söyleyip de bana satmakta ısrar
etti. Kitabı aldım ve eve döndüğümde okumaya
başladım. O zamana kadar idrakimin almadığı me-
tafizik ilmini kemaliyle kavradım. İdrakimin marazı
için şifamı buldum. Bu halden öylesine mesrur ol-
28
Gri Edebiyat
dum ki derhal Yüce Allah’a şükredip secdelere ka-
pandım, fakirleri de sadakalarla nasiplendirdim...”
Bahsi geçen kitabın, büyük âlimin ye’sine şifa ol-
duğunu dinleyip de ibret alan Isfahanlı âlimleri-
miz, bir süredir büyük âlimin kâleme aldığı ve tüm
bir âlemin emrazına şifalar yağmasına vesile ol-
duğu kitabının şöhretini işittiklerinden, sözü ona
getirip mümkünse o kitaptan bir nüshayı kendi-
lerine bırakmasını isteyecek oldular. Büyük âlim,
Allahü Teâlâ’nın izniyle gözlerimizle görmüş ve ku-
laklarımızla işitmiş olmasak inanılmasına ihtimal
vermeyeceğimiz bir maharet ihsan eyledi ki, adeta
âlimlerimizin okumakla yahut tecrübe ile elde ede-
meyecekleri bir keramet işe bu hanın avlusunda
günler boyunca hasıl oluverdi. Büyük âlim,
- Elbette bir nüsha bırakmak isterim. Lakin bu se-
ferimizde bineklerimize kitap yüklememişiz. Yanı-
mızda yazılı bir nüsha mevcut değil. Malımız mül-
kümüz gasp edilmiş vaziyette. El’an zihnimdeki
ilmim dışında sermayem mevcut değildir. Ancak
Isfahan âlimlerini bu ilimden nasipsiz bırakmak
istemem, dedi.
Âlimlerimiz, İbn-i Sina’nın şehrimize boşluk kabul
etmez bir zihin yüküyle ama boş elleriyle gelmiş
olduğunu anlayınca evvela üzülecek gibi oldular.
Fakat büyük âlim, belki ileride nısf-ı cihan gibi bi-
linebilecek olan bu şehri, âlemlerdeki ilmin yarısı-
nı buraya bırakmak istercesine sevindirmeyi arzu
etmişti:
- Refîklerimle birlikte birkaç gün, belki bir hafta,
burada konaklamamız gerekecek. Eli hızlı müsten-
sihleriniz var ise akşam istirahatlerimize iştirak
etsinler, “el-Kanun fi’t-Tıb” ismiyle maruf eserimi
benden dinlesinler, satırlara döksünler. Isfahan
uleması da tıp ilminin bu eserinden mahrum kal-
masın.
Âlimlerimiz “Derhal!” deyip Isfahan’ın birkaç hızlı
müstensihini İbn-i Sina’ya musallat ettiler. İbn-i
Sina, şehrimizdeki handa kaldığı akşamlar boyun-
ca o dev eserini satırlara döktü, döktükçe çağladı,
çağladıkça dilinden sudur eden her bir satır adeta
şehrimizin irfanına şifa olarak yağdı. Ve buradan
ayrılacakları günün evvelindeki gece onun o mü-
barek eseri nihayet sabaha karşı müstensihleri-
mizin hızlı ama yorgun ellerinde nihayete ermiş
oldu. Böylece Isfahan’da da, tıp ve felsefe ilimleri-
nin dehası olarak bilinen büyük âlim İbn-i Sina’nın
ilimlerinden süzülen bu yeni eserin bir numunesi
bulunur oldu.
Büyük âlimin şehrimiz Isfahan’daki konaklaması
bitip de refakatindekilerle birlikte kendi yoluna ko-
yulmasından birkaç gün sonra şehrimizin âlimleri,
hem onun kısmen mahrem tuttuğumuz ziyaretini
muhtelif ilim meclislerinde ahaliye açtılar hem de
bu ziyarete binaen gerçekleşen ilginç bir hadise-
den bahseder oldular.
Horasan’dan gelip de yol üzerinde olduğu için Is-
fahan’dan geçmekte olan ticaret kervanlarından
birinde maharetli hattatlar ve kitap tüccarları da
bulunmakta imiş. Ve bu tüccarların sattığı güzel
hatlı muhtelif yazma eser nüshaları arasında Ho-
rasan’da istinsah edilmiş, nesih hatla nakşedilmiş,
yaldızlı ciltlerle bezenmiş, beş ciltten müteşekkil
bir el-Kanun fi’t-Tıb nüshası da bulunmaktaymış.
Âlimlerimiz bizdeki gayr-ı mücelled vaziyetteki
el-Kanun fi’t-Tıb nüshası ile tüccarlardaki nüsha-
yı mukayese