Gri Edebiyat Sayı 4 | Page 30

ilimlerinde ne var ne yoksa hatmeyledikten sonra yirmi iki yaşında tıp ilminin zirvesini aşmaya niyet eylemişti. Fasılalarla yirmi üç senede tıp ilminin en yüce eserini nihayet ikmal etmişti. Tarihçe-i hayatını saatlerce dinlemeye hazır olma- mıza rağmen nefsi hakkında bu kadar kısa ve öz malumat aktarmayı arzu etmiş olmalıydı. Bu kısmı uzatmadan ilmî bir meseleye dair sohbete girme- ye teşebbüs ettilerse de şehrimizin uleması onun ilmî tecrübesinden çokça istifadelenmeye muhtaç olduklarından, bu kadar farklı ilim disiplinlerini ne- den bir bünyede hazımsızca cem etmek istediğine dair sual edecek oldular. Büyük âlim şöyle bir hatı- rasından bahsetti: Genç yaşında okuyup ilim tahsil etmenin misil- siz lezzetini keşfettiğinde, bir yandan kitaplardan muhtelif ilimleri okumaya bir yandan da okuduk- larını mümkün olabildiğince tecrübe etmeye baş- lamış. Erken zamanlardan itibaren kendini verdiği okuma zahmetinde gözüne uyku girecek olsa nef- sini zorlar, uykusunu erteleyebildiğince ertelermiş. Böylece uzun zaman gecelerini ilimle hemhâl ola- rak geçirmiş. O zamanlarda eline geçen muhtelif ilimler ara- sında Rum diyarlarının kadim ulemasından Aris- to’nun metafizikle ilgili kitabını kırk kere okumuş- luğu vaki olmuş. Fakat, “İnsanın da nihayeti var.” dedi büyük âlim, “Aklım almadı o eseri. İdrakimi zorladım, idrak edemedim. Ümitsizliğe kapıldım.” Bir süre yeis halinde dönüp dolanmış. Bocalamış. Sonra bir gün Buhara çarşısında bir dellalın mezat ile kitap satmakta olduğunu görmüş. Zihni belki o zaman için bir süre dinlenmeye muhtaç vaziyette olan genç âlim, o an oradan geçip gitmek niyetin- deyse de dellal bu genç ilim tâlibini tanıyıp kita- bı almasında ısrarcı olmuş. “O kitap” dedi büyük âlim, “Farabi’nin, bir türlü halledemediğim meza- fizik mevzularına dair mühim bir kitabı idi. Başta kıymetini tartamadığımdan işe yaramaz olduğunu düşünüp almak istemedim. Fakat dellal, paraya ih- tiyacı olduğunu, bu sebeple kitabı ederinden ucu- za alabileceğimi söyleyip de bana satmakta ısrar etti. Kitabı aldım ve eve döndüğümde okumaya başladım. O zamana kadar idrakimin almadığı me- tafizik ilmini kemaliyle kavradım. İdrakimin marazı için şifamı buldum. Bu halden öylesine mesrur ol- 28 Gri Edebiyat dum ki derhal Yüce Allah’a şükredip secdelere ka- pandım, fakirleri de sadakalarla nasiplendirdim...” Bahsi geçen kitabın, büyük âlimin ye’sine şifa ol- duğunu dinleyip de ibret alan Isfahanlı âlimleri- miz, bir süredir büyük âlimin kâleme aldığı ve tüm bir âlemin emrazına şifalar yağmasına vesile ol- duğu kitabının şöhretini işittiklerinden, sözü ona getirip mümkünse o kitaptan bir nüshayı kendi- lerine bırakmasını isteyecek oldular. Büyük âlim, Allahü Teâlâ’nın izniyle gözlerimizle görmüş ve ku- laklarımızla işitmiş olmasak inanılmasına ihtimal vermeyeceğimiz bir maharet ihsan eyledi ki, adeta âlimlerimizin okumakla yahut tecrübe ile elde ede- meyecekleri bir keramet işe bu hanın avlusunda günler boyunca hasıl oluverdi. Büyük âlim, - Elbette bir nüsha bırakmak isterim. Lakin bu se- ferimizde bineklerimize kitap yüklememişiz. Yanı- mızda yazılı bir nüsha mevcut değil. Malımız mül- kümüz gasp edilmiş vaziyette. El’an zihnimdeki ilmim dışında sermayem mevcut değildir. Ancak Isfahan âlimlerini bu ilimden nasipsiz bırakmak istemem, dedi. Âlimlerimiz, İbn-i Sina’nın şehrimize boşluk kabul etmez bir zihin yüküyle ama boş elleriyle gelmiş olduğunu anlayınca evvela üzülecek gibi oldular. Fakat büyük âlim, belki ileride nısf-ı cihan gibi bi- linebilecek olan bu şehri, âlemlerdeki ilmin yarısı- nı buraya bırakmak istercesine sevindirmeyi arzu etmişti: - Refîklerimle birlikte birkaç gün, belki bir hafta, burada konaklamamız gerekecek. Eli hızlı müsten- sihleriniz var ise akşam istirahatlerimize iştirak etsinler, “el-Kanun fi’t-Tıb” ismiyle maruf eserimi benden dinlesinler, satırlara döksünler. Isfahan uleması da tıp ilminin bu eserinden mahrum kal- masın. Âlimlerimiz “Derhal!” deyip Isfahan’ın birkaç hızlı müstensihini İbn-i Sina’ya musallat ettiler. İbn-i Sina, şehrimizdeki handa kaldığı akşamlar boyun- ca o dev eserini satırlara döktü, döktükçe çağladı, çağladıkça dilinden sudur eden her bir satır adeta şehrimizin irfanına şifa olarak yağdı. Ve buradan ayrılacakları günün evvelindeki gece onun o mü- barek eseri nihayet sabaha karşı müstensihleri- mizin hızlı ama yorgun ellerinde nihayete ermiş oldu. Böylece Isfahan’da da, tıp ve felsefe ilimleri- nin dehası olarak bilinen büyük âlim İbn-i Sina’nın ilimlerinden süzülen bu yeni eserin bir numunesi bulunur oldu. Büyük âlimin şehrimiz Isfahan’daki konaklaması bitip de refakatindekilerle birlikte kendi yoluna ko- yulmasından birkaç gün sonra şehrimizin âlimleri, hem onun kısmen mahrem tuttuğumuz ziyaretini muhtelif ilim meclislerinde ahaliye açtılar hem de bu ziyarete binaen gerçekleşen ilginç bir hadise- den bahseder oldular. Horasan’dan gelip de yol üzerinde olduğu için Is- fahan’dan geçmekte olan ticaret kervanlarından birinde maharetli hattatlar ve kitap tüccarları da bulunmakta imiş. Ve bu tüccarların sattığı güzel hatlı muhtelif yazma eser nüshaları arasında Ho- rasan’da istinsah edilmiş, nesih hatla nakşedilmiş, yaldızlı ciltlerle bezenmiş, beş ciltten müteşekkil bir el-Kanun fi’t-Tıb nüshası da bulunmaktaymış. Âlimlerimiz bizdeki gayr-ı mücelled vaziyetteki el-Kanun fi’t-Tıb nüshası ile tüccarlardaki nüsha- yı mukayese