Gri Edebiyat Sayı 4 | Page 28

Öykü Vakt-i Zamanında Kitap Yüklü Kervanlar Samet ÖZTÜRK [email protected] B üyük vezir Abdülkasım İsmail’in hem acayip hem de şaşaalı bir kervanı vardı. O kervanın buraya son kez uğramasının üzerinden epey zaman geçmişti. Mevsimler, yıllar geçip gitmiş. Ve bu diyarlar, bir daha öylesine heybetli kervanlarla karşılaşmadı denilse yeridir. Şimdilerde yönetim- le, devletle, savaşlarla meşgul olmayı arzu etme- yen ve bunlardan kaçınmakta olan daha farklı bir âlimin ziyareti milletin diline destan oldu. seyyar bir kütüphane haline getirdiği koca kervanı sayesinde ülkesinin irfan menbaını yanında taşı- mayı uygun gördüğünü ve bu halinden de mem- nuniyet duyduğunu anlatırdı. Velhasıl Abdülkasım İsmail, belki otuz küsur sene var ki dar-ı bekaya irtihal eyledi. Hesabı Allah’a kaldı. Kitapları çene- mizi fazla yormasın. Şu yeni gelen âlimin hikayesi efsaneye dönüşmeden biraz da ondan bahset- mek münasip olacak... Abdülkasım İsmail, sefere giderken bu yolu kulla- nır, develeri ile şehrin orta yerinden geçer, oluşa- cak kalabalık nedeniyle yine tozun dumana katı- lacağı henüz ta karşı tepede zuhur ettiklerinden itibaren anlaşılırdı. Uzun seyahatlere zemin teşkil eden güneşli gün- ler başlayalı pek olmadı. Birkaç binek ve birkaç adamdan müteşekkil küçük bir kafile Isfahan çarşısına girdiğinde, şehrin girişinde bekleyerek yabancıları karşılayan ve onları kendi hanlarında misafir etmek isteyen muhtelif han çalışanlarına herhangi bir sual arzetmeye gerek duymadan gü- zel bir hana doğru yol aldılar. Muhtemelen buraya evvelden de defaatle gelmişlerdi. Yüz binden fazla yazma eseri tam dört yüz deve üzerine yüklediği hâlâ daha dilden dile anlatılır. Develeri de Fars abecesine göre hizalıydı. Kendisi- ne hangi kitap lazımsa onun yalnızca adını söyler, adamları zaman kaybetmeden kervan içerisinde kitabın hangi devede olduğunu belirler, yükü indirir ve o kitabı çıkarıp kendisine getirirlerdi. Bineğinin üzerinde dahi kitap okumaya ara verme- diği söylenirdi. Gündüzleri binek üzerinde okumak kendisi için sorun olmazmış ama geceleri gökte ay olduğunda okur, ay olmaz ise âlim kimselerle binekleri bir hizaya getirip de onlarla yan yana sü- rer, seyir esnasında ilimlerinden istifade edermiş. Şehrin esnafı, geçip giden atlı ve develerden onun yine bir sefere çıktığını duyduklarında, buradan geçeceği ümidiyle bayram ederdi. Kimileri bu kervanın onun gözünde en değerli ha- zine olduğunu söylerdi. Kimileri ise ardında bırak- tığı şehirlerin yakılıp yıkılması ihtimallerine binaen 26 Gri Edebiyat Biz evvela onları alelade birkaç sofi zannetmiş idik. Meğer değillermiş. İçerisinde istirahate çe- kildikleri hanın sahibi, ilme irfana önem veren di- nibütün bir kardeşimiz olmasaydı, belki de büyük âlim İbn-i Sina’nın şehrimize teşrif ettiğinden hiç haberimiz olmayacaktı. Fakat bu birkaç kişilik heyetin handa oluşturduğu hareketliliğe şahitlik ettiğimizde, hanın sahibi olan arkadaşımıza yar- dımcı olabilmek kabilinden halini hatrını sormak istedik. Normalde emrindeki onca amelesi ile ken- di hanında gayet hali yerinde olan arkadaşımızın, amele- leri ile birlikte hassasiyetle koşuşturmakta olduğu- nu görünce merakımıza mağlup olup sual ettik: - Bu yoğunluğun sebebi nedir? Üzerimize düşecek bir vazife var mıdır? - Şarkın ve garbın ilimlerine haiz Afşanlı âlim İbn-i Sina hanımıza teşrif ettiler. Telaşımız ondandır. Biz dahi bu haberle müşerref olduk. Han sahibi kardeşimiz, hanının en geniş hanesini İbn-i Sina için hazırlatmakta, ayakta kalmasın diye arkadaşları ile birlikte şimdilik onu yerleştirdiği or- tanca haneye şehrimizin acı kahvelerinden yap- tırıp kendi elleriyle ikrama gitmekteydi. Kısa bir istirahatin ardından büyük âlimin o akşam hancı kardeşimizin dostlarına ve şehrimizin ulemasına mahrem bir sohbet irat edebileceğini işittiğimiz- de, ziyadesiyle mesrur olmuştuk. Akşam namazından sonra gerçekleştirilmesi münasip görülen tanışma ve sohbet için şehrin âlimlerini ve ilme saygısı olan bir kısım esnafımı- zı hanın avlusuna davet etmiştik. Zaruri bahanesi olan birkaç kişi dışında orada bulunmasını elzem gördüğümüz her bir kardeşimiz ve büyüğümüz han sahibini kırmamış ve misafirimizin önemine binaen iştirak etmişlerdi. Afşanlı büyük âlim, evvela refakatindeki yoldaş- larını bizlere tanıttıktan sonra yaptıkları yolculuk hakkında kısa bir malumat aktardı. Bir süre evvel saray mensuplarından pekçok kişi- yi tedavi etmiş olan İbn-i Sina, ardı sıra insanda zuhur ettiğinde ağrıdan kıvrandıran kulunç hasta- lığına yakalanmış olan hükümdar Şemsüddevle’yi tedavi etmek için onun sarayında vazife almış. Hükümdarın şifasına kavuşmasına vesile olunca kendisine sunulan pekçok mükafat ile birlike Şem- süddevle’ye hem dost olmuş hem de onunla bir savaşa iştirak etmek zorunda kalmış. Karmîsîn şehrine düzenlenen bu savaş mağlubiyetle ne- ticelenince evvela Şemsüddevle ile birlikte Ha- medan’a dönmüş. Burada kendisine hükümdarın vezirlik vazifesi teklif edildiğinde evvela bu görevi kabul etmek zorunda kalmış. Fakat kısa zamanda askerler içinde baş gösteren huzursuzluk ve is- yanlar büyüyüp de İbn Sina’nın hanesi kuşatılınca bu büyük âlim hemen tedbiren evinden uzaklaştı- rılıp bir zindana atılmış. Boş kalan evindeki bütün malına da el konulmuş. İsyancılar devletin nizamını sarsabildiklerini an- ladıklarında hırslarından ne isteyeceklerini şaşır- mışlar. Vezir vazifesi ile muvazzaf bu büyük âlimin öldürülmesi için Şemsüddevle’ye baskı kurmak ni- yetine girmişler ve bu taleplerini ona arz etmişler. Hükümdar bu isteği kabul etmemekle birlikte İbn-i Sina’yı öldürülmek ihtimalinden kurtarmak ve or- talığı biraz olsun yatıştırmak için onu görevinden uzaklaştırmış. Onca badirenin ardından zindandan kısa bir süre önce çıkan büyük âlim, Hamedan’da kırk gün bo- yunca ortalık yatışıncaya dek, dostu olan mühim bir âlimin evinde gizlenmek niyetiyle bu sefere çık- mış. Şeyh Ebû Sa‘d ed-Dahdûk’un evine varmadan evvel bizim dostumuzun hanında konaklaması hepimiz için bir lütuf, hepimiz için bir nasip olarak yazılınca, yanındaki refiklerinden biri hancı arka- daşımıza evvela Hamedan hükümdarının selamını ilettiğinde ve tedbiren tebdil-i kıyafetin zaruriyeti- ne binaen sofi kılığındaki misafirimizin büyük âlim Ebû’l-Ali İbn-i Sina olduğunu söylediğinde handa gördüğümüz telaşe başlayıvermiş. Başından geçenleri anlatıp kendisini ve arkadaş- larını bizlere tanıtırken tevazuyu elden bırakma- makta ısrarcı olduğu öylesine belliydi ki, kendisi hakkında söz arasında yalnızca birkaç cümle lütfedip derhal güzel bir sohbete başlamaya niyet eylediğini anlamıştık. Fakat o birkaç cümle dahi belki tüm bir Isfahan için mühim ibretler teşkil et- mekteydi. Söylediğine göre, on yaşında Hakk kelamını hıf- zeylemişti. Hemen ardından kadim Rumların ilim- lerinden istifadelenmeye çocuk yaşlarda başlayıp Öklid’in matematiğinden, Calinus’un tıp ilmindeki maharetlerinden, Hint diyarının âlimlerinin ilmî mi- rasından toparlayabildiğini, bizlere nihayetsiz gibi görünen sinesinde toplamıştı. Mantık ve felsefe Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur Mu? 27