Gri Edebiyat Sayı 4 | Page 24

tabii ki üzülüyor. Bir arkadaşımız vardı “school” kelimesini “s-c-h-o-o-l” olarak ezberlemiş. Dedim ki: “Bu yaptığını Çinliler duymasın. Çünkü bu Çin işkencesinden de beter bir şey.” Girdiği sınavdan da iyi bir not almıştı ama bu şekilde dil öğrene- mez ve telaffuzda çok sıkıntı yaşar. İnsan üzülü- yor hakikaten bu kadar emek etmiş, çalışmış ama bir yol gösteren olmadığı için “s-c-h-o-o-l” diye ez- berlemiş. Bu şekilde ezberleyen birinden telaffuz bekleyemezsin. Onun için eğitmen çok önemli, antrenör çok önemli. Antrenör kötüyse kesinlikle iyi bir oyun beklemeyin. Yabancı dil öğreniminde doğru bilinen yanlışlar var mıdır? Eğitim’de de olmalı. Nasıl olacağını bilemiyorum ama oturup ciddi ciddi bir fikir alışverişi yapmak gerekiyor. Bir sorun varsa bunun çözüm yolu ke- sinlikle aranmalı. Bu anlamda sistemimizde bir sıkıntı var. O kadar zaman ders görüp öğrenme- mek, konuşamamak hatta bildiğini de unutmak hakikaten kötü bir durum. Yıllarca bir şeyin peşin- den gidiyorsun ama menzile varamıyorsun. Serap gibi bir şey oluyor. Eksiklikleri var ama ümitliyiz, inşaallah düzelir. Ancak şu da var kendini değiş- tirirsen, bakmakla yükümlü olduğun çocuğunu ya da çevrendekileri değiştirirsen; sistem de de- ğişir, ortam da değişir, insan da değişir. Şimdi ben kendi çocuğumla da aynı zamanda İngilizce dersi yapıyorum. Bir müddet sonra öğretmenlerini zor- layacak. Bu şekilde çocuk sayısını fazlalaştırırsak mecburen alttan gelen bir baskıyla bu olaylar öğ- retmenleri daha çok çalışmaya teşvik edecektir. Öğrenciden kaynaklı bir baskı olmazsa öğretmen- de rehavet ortaya çıkıyor ister istemez. Onun için biraz da bizim değişmemiz gerekiyor. Dil öğrenirken telaffuz ve anlama konusunda ya- şanan sorunlara ne gibi çözümler önerirsiniz? Bu bizim tüm öğrencilerimizde oluyor. Öğrendik- leri kelimeleri en etkin ve en iyi şekilde adeta bir İngiliz gibi kullanmak arzusunda oluyorlar. Bu doğru değil tabii ki. Ayağı topa hiç değmemiş bir insanı sahaya çıkarsanız ve deseniz ki “Kardeşim 22 Gri Edebiyat bana doksandan gol at, bak şuradan vuracaksın, şöyle falso vereceksin, şu top böyle açı yapacak, böyle gidecek.” Herhalde anlamış gibi yapıp penal- tıyı ilk etapta ancak taca atar. İngilizce tamamen böyle bir şey. Tekrar etmedikçe, o kelimeleri çok kullanmadıkça, hatalarını görmedikçe kesinlikle mükemmel telaffuz söz konusu değil. Çok hata yapacaksın ki o hataların en aza ind irgenecek ve güzel bir telaffuz ve diksiyonla konuşabilesin. Aksi takdirde çok zor. Yapamazsın, kim ne derse desin yapamaz. Zaten dilde “Anladın mı?” sorusu saçma bir soru. “I’m going” “gidiyorum” anlamına geliyor dediğimizde tabii ki anlaşılır ama bu böyle mi olmalı? Şimdi “Frikik kullanırken böyle vuracak- sın, anladın mı?” Anladım da serbest vuruş kullan- mak, gol atmak çok ciddi antrenman gerektiren bir şey. Aynı şekilde dilde de “Anladın mı?” değil, “Şu anladıklarımızı bir kullanalım.” tarzında olmalı. Bir de hiç duymadığınız Türkçe bir kelimeyi söy- lesem muhtemelen ilk başta “hıh?” dersiniz. Çün- kü kullanmadığınız bir kelime. İnsan kullanmadı- ğı kelimeyi kolay kolay anlayamaz. Anlamış gibi olur, anlam çıkarmaya çalışır ama tam manasıyla anlayamaz. Onun için ne kadar çok kullanırsak o kadar çok rahat konuşuruz ve o kadar rahat an- larız. Ağzımızdan kelime çıkması lazım. “İngilizce biliyorum, konuşamıyorum.” Tabii ki konuşamaz- sın çünkü o kelimeyi hiç ağzından çıkarmadın, hiç kullanmadın. Çok var böyle öğrencimiz ve insan Dilde yanlış-doğru yoktur. Dilde ne kadar çok yanlış yaparsan o kadar çok doğrun olur. Yanlış yapmadan dil öğrenmek mümkün değil. Kesin- likle önce yanlış yapacaksın. Hatta ben sınıfta diyorum ki “Arkadaşlar saçmalayın, saçmalayın.” Bu iş saçmalamadan olmuyor. Yanlış yapmaktan kaçınmayın. Benim için en iyi öğrenci, en çok yan- lış yapan öğrencidir. Çünkü dil öğrenirken yanlış yapmadığın zaman doğruyu asla öğrenemezsi- niz. Hocanın “saçmala” demesi öğrenciye tuhaf geliyor. “Vallahi saçmalayın” diyorum. Diğer türlü olmuyor. Dildeki hataların hepsini yapacaksın ki yerine doğruları gelsin. Onun için dilde yanlış ol- madan doğru mümkün değil. Bir de bir tane keli- me değil ki. Hani diyelim ki doğru şekilde bin tane kelime ezberledin. Ama bilmediğin 100 tane daha kelime ezberlediğinde mecburen ilk etapta yanlış olacak. Benim dil öğrenmeye çalışanlara yaptığım ikaz şu: Dil asla düşünerek öğrenilmez. Dil nedir? Mesela şu an Türkçe konuşuyorum, ağzımdan ke- limeler çıkıyor. Düşünerek konuşma şansım var mı? Tabii ki yok. “Ben içimden konuşuyorum.” olur mu öyle şey? İngilizce de böyle. Diyoruz ki: “Arka- daşlar yazdığınız, çizdiğiniz ne varsa yüksek sesle okumanız gerekiyor.” Dil çalışırken -özellikle oku- ma parçalarının- yüksek sesli okunması gerekiyor. Ağzımızdan çıkanı kulağımız duymadığı sürece o kelimeler bize ait olamaz. Yıllar boyunca yabancı dil öğretimi için özel kuru- luşlar açıldı ve hâlâ da açılmaya devam ediliyor. Bu kuruluşlar hakkında düşünceleriniz nelerdir? Dil eğitimi için kuruluşlar, okullar, özel hocalar olu- yor. İyi mi, kötü mü demek ne hakkımdır ne de had- dimdir. Şöyle ki okul çok iyi olur ama öğretmenle- rin dil öğretmek gibi bir derdi olmazsa o zaman tabi ki sıkıntı. Okul kötü olduğu halde öğretmen çok iyiyse olay bitmiştir. Burada olay tamamen antrenör ile ilgili. Mesela bir kurum çok kötü diyor- sun, bir bakıyorsun iyi bir hocası var alıp götürü- yor. Ya da şu hoca çok iyi diyorsun, bir bakıyorsun adam bir müddet sonra burnundan kıl aldırmıyor, havalara girmiş öğretir gibi yapıyor. Çok var böyle. Onun için “şu iyidir, şu kötüdür” demek biraz yanlış oluyor ama benim için kısas şudur: Bir buçuk yıl dil eğitimi için ideal bir süredir, biz bunu 5 aya sığdırı- yoruz. Dil kursuna bir buçuk yıl gitmiş bir insanın takır takır, rahat bir şekilde konuşması lazım yani en azından upper-intermediate seviyesinde konu- şuyor olması lazım. Konuşamadıktan sonra “şunu öğrendim, bunu öğrendim” demesinin çok anlamı olmuyor. Kesinlikle 2 sene, 2 sene bile değil 4-5 ay sonra öğrendiğin her şeyi unutursun. Onun için beni ilgilendiren tarafı bu. Okul ya da kuruluşun öğrencileri ne kadar konuşturabildiğine bakarsak kurum iyi mi yoksa kötü mü daha iyi anlarız. Son olarak İngilizce öğrenmek isteyenlere tavsi- yeleriniz nelerdir? Bu soru çok önemli, dünya öylesine küçüldü ki mesela buradan otobüsle Erzurum 22 saat ama buradan Washington uçakla 10-15 saat, Almanya 2-3 saat… Dünya çok küçüldü. Şu an elimizdeki telefonların, ayağımızdaki ayakkabıların, kolumuz- daki saatlerin, kullandığımız ilaçların çoğu ithal ürünler. Onun için dünyayla irtibatımız olması ge- rekiyor. Dil bilmeden, kesinlikle olmaz. Ben öğren- cilerime şunu diyorum: “Gerekirse okulunu uzat ama dil öğrenmeden mezun olma.” Dil öğrenme- den mezun olduğun zaman ne yapacaksın? İşlet- me bölümünde son sınıfta okuyan bir öğrencimi- zin hoş bir anımız olmuştu, her yerde anlatıyorum. Bir gün üzgün bir şekilde geldi ve dedi ki: - Hocam, ben İngilizce öğrenmek istiyorum. - Hayırdır? - Hocam, babamın bir restoranı var. - E ne güzel. - Güzel değil işte. Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur Mu? 23