SON TREN
Kırık dökük kaldırım taşları ayaklarıma batıyor, göz kapaklarım bana inat kapanıyor.
Açılmaları için zorluyorum onları ama iflas etmiş gibiler. Benim de ailemi düşürdüğüm hal
gibi, o mereti içtiğimde düştüğüm durum gibi…
Onun zararlı olduğunu elbette biliyorum. Önümdeki yollar ayaklarımın altından
kayarken bunu düşünüyorum. Kendimi bir kum saatinin içinde hissediyorum. Her bir
dakikada tükeniyorum, her bir dakikada ölüyorum. Sonra kum saati tersine dönüyor ve ben
yine yavaş yavaş ölüyorum. Gözlerimi güneşin doğuşuna çevirdim. Bulanık gören gözlerim
ışıkla kamaştı, çünkü karanlıklara alışkınım ben. Hayatımda farklı olan tek renk beyazdı
benim için. Beyaz tozlar, beyaz haplar ve son, beyaz bir kefen. Sonumun bu olacağını
biliyorum. Sonumu bilmek gerçekten acı ve bu durum bende tuhaf bir şekilde kahkaha atma
isteği uyandırıyor. Beynimde çiyanlar dolaşıyor yine ve gözlerimin önüne ağ yapıyor
örümcekler. “Bu sefer kendimi hangi kuyuya atsam acaba?” Tabi ki cevap kaldırımlar. Soğuk,
kirli ve yamuk taşlar. Onlar benim döşeğim. Onlar, ailesini bir uyuşturucu parası için terk
etmiş Halit’in yoldaşları. Gözlerim o örümcek ağının izin verdiğince görebiliyor. Tuhaf
şekillerin arasında seçebildiğim tek şey insanların kaldırıma yıkılmış benden kaçması,
annelerin çocuklarını kucaklarına alıp kafalarını sinesine gömmesi. Ama ben bunlara
yabancıyım. Yorgunluktan başka hiç bir duygu hissetmiyorum. Tek istediğim kum saatinde
kapana kısılmış ve tükenmekte olan beni kurtarmanız. Hiç mi ümit yok? İpin inceldiği
yerdeyim, ya kurtarılacağım ya da kopacağım. Kulaklarımda bir uğultu var, tanıdık.
Sirenler, miyavlamalarıyla kulaklarımı tırmalayan sokak kedisi, ayak sesleri… Gözlerimi
açmaya çalıştım. Nihayet ağların birkaçı kopmuş. Önümde duran birkaç polis arabasına
baktım. Orta yaşlı bir adam kolumu tutmuş kaldırıyor, engelleyecek halim bile yok. Rüzgârda
savrulan binlerce tozdan biriyim. Polis arabasına bindim. Ortadayım, iki yanımda polis biraz
uzağımda olan cama bakıyorum. Yağmur çiselemiş, arabalar sıkışmış yollara. Ağaçları hızlı
bir şekilde geçiyoruz. Kendimi onlara benzetiyorum. Hayatı hızlı yaşıyoruz, daha doğrusu
hızlı bitiriyoruz. Bunları düşündükçe aklıma annem geliyor. Yapma, derdi sürekli. “Yapma,
içme, etme, bırakırsın, ben senin yanındayım…” Bırakmadım, yapamadım, istediğim zaman
bırakırım sandım ve içtim. Tükendim o beyaz bataklıkta, bir hiçliğe hapsoldum.
“Bilmiyorum yeniden en baştan başlayabilir miyim?” Ah! Olamaz sesli düşünmüşüm.
Sürücü koltuğunda oturan polis bana bakmadan sorumu cevapladı: