FUSKA MAG 3 | Page 128

Böyle hapishane “dostlar” başına!

Cansu Fırıncı

Ülkenin bütün tiyatrolarını kapasan da tiyatro yapılacak!

Biri, hem de yaşı yetmişi geçmiş iken, bir handan bir tiyatro salonu yaratacak. Öyle çocuklara falan kalır diye değil, yaşamak, yani tiyatro aşkı ağır bastığından.

Üstelik “babasının malı” olduğu ve punduna getirip yerine AVM ya da kışla dikmek varken!

Ne güzel şey insanın adının Nâzım Hikmet’le anılması ve Muammer Karaca talan edilirken Ali Paşa Han’dan bir açıkhava sahnesi yaratması…

Üstüne bir de 17.yy’dan kalma handa Bursa Cezaevi’nden mektupları oyunlaştırması…

Han ayrı güzel, oyun ayrı. Hani hiç bir şey yapmasa da özel olarak Genco Erkal, oyun seyirci hanın önüne geldiğinde başlıyor daha. Sanki hepimiz birer görüşmeciyiz, akrabası, ahbabıyız da Nâzım’ın az sonra açılacak sürgüsü demir kapının… Öyle yasak filan yok. Çık merdivenlerden avluluya bak yukarıdan. İlkin kapa gözlerini sonra dilersen aç, bir köşede Balaban resim çizmekte, ademoğulları çıplak bacakları, kabak kafalarıyla birbirinin bitlerini ayıklamakta, gardiyanlar ellerinde sopası havalı havalı dolaşmakta…

Siyatik, anjina pektoris, hasret, Piraye, saat 21.00…

Saat 21.00… Genco Erkal, Nâzım Hikmet’in kalemiyle, görecelidir zaman ve değişir 7 yıl kaleme ve onu tutan ele göre, isminin baş harflerini bir kez daha kalbimize kazımaktadır.