[email protected]
ÖktemBaşol
Öktem
Başol
Bilgi Üniversitesi
Sinema-TV Bölüm Başkanı
Son dönemdeki Fransız filmleri
Fransız sineması, son dönemlerde
dış satım konusunda tamamen
geriye düştüğünü, hatta oldukça
marjinal bir konuma yerleştiğini
fark edince, devletin yardım ve
sübvansiyonlardaki tutumu da
değişmeye başladı
Son günlerde vizyona girmiş ya da bugünlerde girecek olan Fransız filmlerine baktığımızda hemen hepsinin
komedi türünde olduğunu gözlemliyoruz. Dany Boon’un
Supercondriaque (Hastalık hastası), Audrey Dana’nın
senaryosunu da kendisinin yazdığı ve bir çok ünlü kadın
oyuncuyu buluşturduğu Sous les jupes des filles (Homosapiens), ya da N’Importe qui (Herhangi biri), Les Garçons
et Guillaume a table (Ben kendim ve annem), Qu’est-ce
qu’on a fait au bon dieu (Tanrım sana ne yaptım?) gibi
komedi filmleri Türkiye’de 70’li yıllardan sonra sistematik
olarak azalmaya başlamış Fransız film ithalini canlandırmış
görünüyor.
Fransız sineması ile Amerikan sineması arasındaki dünya
pazar payı kavgası, kökü neredeyse sinemanın başlangıcına dayanan bir konudur. Şu anda küçük bir çocuğa
sorsanız dahi herhalde Amerikan sineması ile pazar payı
anlamında mücadele edecek bir milli sinema olmadığının
farkındadır. Ama Fransızlar yine de, belki de sinemayı
bulan ulus olmanın getirdiği aidiyetle, ufak çapta da olsa
halen mücadeleyi sürdürmeye çalışan tek ulustur. Aslında
Amerikan ve Fransız sinemalarının tarihi ve entelektüel
gelişimleri dahi tamamen bu çarpışma üstüne kurulmuştur. Sinemanın ilk 20 yılının dengede giden finansal
mücadelesinden sonra, Amerika endüstrileşme ve sektör
oluşturma konusunda arayı açınca, Fransızlar (Özellikle
Pathé ve Gaumont şirketleri ile) bu maçı kazanamayacaklarını anlayarak, entellektüel anlamda daha üstün filmler
yaptıklarını yaymışlar ve bu yolla pazar paylarını artırmayı
hedeflemişlerdi.
Son 25 yıla gelene kadar, çeşitli akımlara öncülük ederek
(şiirsel gerçekçilik, yeni dalga) kendine özgü bir ekol ya-
ratan Fransız sineması, son dönemlerde dış satım konusunda tamamen geriye düştüğünü, hatta oldukça marjinal
bir konuma yerleştiğini fark edince, devletin yardım ve
sübvansiyonlardaki tutumu da değişmeye başladı. Daha
kişisel ilk filmlerin yanında, Luc Besson gibi yönetmenlerin çektiği ve dış pazarın hoşuna gidecek yüksek bütçeli
yapımlar, bir yandan da özellikle polisiye ve komediyi
canlandırmayı deneyen bir senarist sineması ortaya çıktı.
90’lı yılların sonunda Fransız sinemasının geldiği yer itibariyle, sektörün önemli yapımcıları ve sinema eğitmenleri
senaryo konusunda Amerika’nın çok gerisinde oldukları
konusunda hemfikirdiler. Bu nedenle 90’lı yıllarda onlarca
özel senaryo kursu açıldı ve üniversitelerde senaryo derslerine tekrar önem verilmeye başlandı.
Özellikle son on yılda, Fransız sinemasındaki bu ticari
ve kültürel hareketlilik ortaya bir çok tür filmi çıkardı. O
kadar ki, genellikle Fransızların en yumuşak karnı olarak
bilinen korku filmlerinde dahi Alexander Aja gibi bir yönetmen ortaya çıktı ve şu anda Hollywood’daki en önemli
“gore-korku” filmlerinin altında onun imzası vardır. İşte
Türkiye’de son dönemlerde sıkça görmeye başladığımız
Fransız polisiye, avantür, romantik komedi ve özellikle
komedi filmleri bu son dönemin ürünleridir. Hem iç, hem
de dış pazarda bu kadar çok sayıda komedi filmi üretmek,
elbette ki bir çok sıradan ürünün ortaya çıkmasına da
neden olmaktadır. Nitekim, bu tür komedilere yapılan en
önemli eleşti rilerden biri, filmlerin fazla “amerikanize”
olduğu, bazı örneklerin eski Fransız ruhunu kaybettiğidir.
Halbuki, ülkenin sinemasında herhangi türdeki bir filmin
yerel ruhu kaybetmesi biraz yapımcının yaptığı işe bakışı
ve senarist ya da yönetmenin kişisel yaklaşımı ile ilgilidir. Bu kadar çok sayıda filmin yapılıyor olması sektörel
devinimi artırdığı, çalışanları beslediği için verimlidir. Bir
çok kötü örnek olsa da içlerinden mutlaka iyi eserlerin de
çıkması kaçınılmazdır. Bunun örneklerini geçen senelerde
çokça gördük. Ayrıca bu durum Fransız sinemasının yalnızca festivallerde ortaya çıkan içine kapanık yapısını yok
ettiği için de olumlu sayılmalıdır.
Son dönemde çıkan Fransız filmlerinden Les Garçons et
Guillaume a table (Ben kendim ve annem), bu sene Fransız
sinemasının en önemli ödülü olan Cesar’ın da sahibi oldu.
Film Fransa’da en çok seyredilen yapıt. Filmi görün ve Türk
komedileri ile karşılaştırın. Nerede farkları var?