[email protected]
ÖktemBaşol
Öktem
Başol
Bilgi Üniversitesi
Sinema-TV Bölüm Başkanı
Rutini anlatmak
Senaristler hep önemli sahneleri
hayal ederler: Büyük bir çatışma,
spektaküler bir takip, çok
dokunaklı bir ayrılık, vs. Halbuki,
senaryoda en büyük zorluk rutini
anlatmaktır. Günlük yaşamı,
süregeleni, tekrar edileni...
Son dönemde izlediğim Türk filmlerinin bazılarında
senaryo açısından ciddi efor sarf edildiğini gözlemleyebiliyorum. Ancak, efor her zaman başarı anlamına
gelmediği için, senaryo halen sinemamızın içindeki
en zayıf kalem olarak durmakta. Elbette bu durum
gelecekte değişecektir, ancak senaryo konusunda
ciddi çalışma yapan filmlerde dahi görülen bazı
sistematik problemler, senaryoyu yazmayı iyi bilmenin, mizanseni anlamanın ve oyuncularla çalışmanın
önemini ortaya koymaktadır.
Senaristler hep önemli sahneleri hayal ederler: Büyük bir çatışma, spektaküler bir takip, çok dokunaklı
bir ayrılık, vs. Halbuki, senaryoda en büyük zorluk
rutini anlatmaktır. Günlük yaşamı, süregeleni, tekrar
edileni... Halkın dilinde neredeyse bir aşağılama
veya bir tepki gibi görülen “Türk filmi gibi başladı!”
tanımlaması aslında yeşilçam yıllarına ait değildir. Ne
demektir bu? Bir filmin başında genellikle karakterin
içinde bulunduğu makro ve mikro mekanı tanımlayan
sahneler vardır. Türk filmlerinin çoğunda bu sahneler teatraldir. Teatrallik sinema ile taban tabana
zıt bir olgudur. Ancak maalesef çoğu Türk filminde
sahnelerde bir kişi konuşurken diğerinin dinlediğini
görürüz. Siz hiç gerçek hayatta bir insan konuşurken
odadaki diğer insanların işini gücünü bırakıp hareketsiz olarak onu dinlediğini gördünüz mü? Bu ancak
tiradlarda ve diskurlarda olur. Bu durumun sinemamızın başlangıcındaki tiyatro etkisinden gelip gelmediği çok tartışılmıştır. Ancak şu bir gerçek ki, ikinci
sınıf bir Amerikan filmini dahi bizim filmlerimizden
daha gerçekçi kılan, baştaki sahnelerin rutini çok iyi
yansıtmalarıdır.
Öğrencilerim sinopsis yazarken bazen şöyle bir cümle kurarlar: “Ahmet, o gün her zamanki gibi işindedir.”
Bunu kağıda yazmak kolaydır. Ancak sahneyi gerçekleştirmeye çalıştığınızda, seyircinin algısını hesaba
katmanız gerekecektir. Bir sahnede rutini anlatmanın
iki yolu vardır: İlki, sahnedeki herkesin kendi işini
yapması, ikincisi de insanların birbirleri ile atışarak
yaptıkları konuşmalardır.
Bilinçaltlarında teatrallikten kaçınmaya çalışan bazı
sinemacılarımız, çözüm olarak filmlerinde sessizlik
ve hareketsizliği seçmişlerdir. Ancak yapamadığın
şeyden kaçmak bir çözüm değildir. Önemli olan
koca koca sahneler üretmek yerine, en basit günlük
sahneleri yazıp, bunları mümkün olduğunca gerçekçi
kılana kadar da tekrarlatmaktır.
Televizyon dizisi tiyatroya bir hayli yakın olduğu
için, dizi sektöründe oldukça başarılı olmuş senaristlerimiz vardır. Zira, senaristlerimizin çoğunda vaka
bulma problemi yoktur. Hatta vakaları işletme, girift
hale getirme, dramatik kurgu konularında ben isim
vermeden çoğu televizyon senaristimizin başarılı
olduğunu düşünüyorum. Ama iş sahne oluşturmaya
ve sahneyi gerçekçi kılmaya geldiğinde aynı senaristlerin başarılarının düştüğünü görüyoruz.
Bu se ne de eğitim yılı başlıyor ve umuyorum ki pek
çok sinema çalışanı ve bunlar arasında da geleceğin
bir çok senaristini mezun edeceğiz. O halde yazımın
sonunu öğrencilerime her senenin başında, dersimde söylediğim bir cümleyle bitireyim: Sinema filmi
senarist veya yönetmen için bir iletişim metodu
olduğuna göre, ne kendisinin zevki ne de seyircinin
keyfi için yazılır. Sinema filmi seyircinin algısı için
yazılır ve yegane güç odur.