Film Studio Dijital Dergi Ekim 2014 | Page 18

[email protected] ÖktemBaşol Öktem Başol Bilgi Üniversitesi Sinema-TV Bölüm Başkanı Rutini anlatmak Senaristler hep önemli sahneleri hayal ederler: Büyük bir çatışma, spektaküler bir takip, çok dokunaklı bir ayrılık, vs. Halbuki, senaryoda en büyük zorluk rutini anlatmaktır. Günlük yaşamı, süregeleni, tekrar edileni... Son dönemde izlediğim Türk filmlerinin bazılarında senaryo açısından ciddi efor sarf edildiğini gözlemleyebiliyorum. Ancak, efor her zaman başarı anlamına gelmediği için, senaryo halen sinemamızın içindeki en zayıf kalem olarak durmakta. Elbette bu durum gelecekte değişecektir, ancak senaryo konusunda ciddi çalışma yapan filmlerde dahi görülen bazı sistematik problemler, senaryoyu yazmayı iyi bilmenin, mizanseni anlamanın ve oyuncularla çalışmanın önemini ortaya koymaktadır. Senaristler hep önemli sahneleri hayal ederler: Büyük bir çatışma, spektaküler bir takip, çok dokunaklı bir ayrılık, vs. Halbuki, senaryoda en büyük zorluk rutini anlatmaktır. Günlük yaşamı, süregeleni, tekrar edileni... Halkın dilinde neredeyse bir aşağılama veya bir tepki gibi görülen “Türk filmi gibi başladı!” tanımlaması aslında yeşilçam yıllarına ait değildir. Ne demektir bu? Bir filmin başında genellikle karakterin içinde bulunduğu makro ve mikro mekanı tanımlayan sahneler vardır. Türk filmlerinin çoğunda bu sahneler teatraldir. Teatrallik sinema ile taban tabana zıt bir olgudur. Ancak maalesef çoğu Türk filminde sahnelerde bir kişi konuşurken diğerinin dinlediğini görürüz. Siz hiç gerçek hayatta bir insan konuşurken odadaki diğer insanların işini gücünü bırakıp hareketsiz olarak onu dinlediğini gördünüz mü? Bu ancak tiradlarda ve diskurlarda olur. Bu durumun sinemamızın başlangıcındaki tiyatro etkisinden gelip gelmediği çok tartışılmıştır. Ancak şu bir gerçek ki, ikinci sınıf bir Amerikan filmini dahi bizim filmlerimizden daha gerçekçi kılan, baştaki sahnelerin rutini çok iyi yansıtmalarıdır. Öğrencilerim sinopsis yazarken bazen şöyle bir cümle kurarlar: “Ahmet, o gün her zamanki gibi işindedir.” Bunu kağıda yazmak kolaydır. Ancak sahneyi gerçekleştirmeye çalıştığınızda, seyircinin algısını hesaba katmanız gerekecektir. Bir sahnede rutini anlatmanın iki yolu vardır: İlki, sahnedeki herkesin kendi işini yapması, ikincisi de insanların birbirleri ile atışarak yaptıkları konuşmalardır. Bilinçaltlarında teatrallikten kaçınmaya çalışan bazı sinemacılarımız, çözüm olarak filmlerinde sessizlik ve hareketsizliği seçmişlerdir. Ancak yapamadığın şeyden kaçmak bir çözüm değildir. Önemli olan koca koca sahneler üretmek yerine, en basit günlük sahneleri yazıp, bunları mümkün olduğunca gerçekçi kılana kadar da tekrarlatmaktır. Televizyon dizisi tiyatroya bir hayli yakın olduğu için, dizi sektöründe oldukça başarılı olmuş senaristlerimiz vardır. Zira, senaristlerimizin çoğunda vaka bulma problemi yoktur. Hatta vakaları işletme, girift hale getirme, dramatik kurgu konularında ben isim vermeden çoğu televizyon senaristimizin başarılı olduğunu düşünüyorum. Ama iş sahne oluşturmaya ve sahneyi gerçekçi kılmaya geldiğinde aynı senaristlerin başarılarının düştüğünü görüyoruz. Bu se ne de eğitim yılı başlıyor ve umuyorum ki pek çok sinema çalışanı ve bunlar arasında da geleceğin bir çok senaristini mezun edeceğiz. O halde yazımın sonunu öğrencilerime her senenin başında, dersimde söylediğim bir cümleyle bitireyim: Sinema filmi senarist veya yönetmen için bir iletişim metodu olduğuna göre, ne kendisinin zevki ne de seyircinin keyfi için yazılır. Sinema filmi seyircinin algısı için yazılır ve yegane güç odur.