Emeğin Sanatı 161. Sayı
Halikarnas Balıkçısı tüm acıları ve yalnızlıklarını adeta bir tragedya kahramanı direnişiyle bin
bir olanağa ve üretkenliğe dönüştürecektir bu sürgünde. 1920’lerde magazin öyküleri yazan
Halikarnas Balıkçısı, yazar ve düşünce adamı olarak asıl kimliğini Bodrumdaki sürgün
yıllarında buldu. Mitolojisi, tarihi, doğasıyla Ege’yi; süngercisi, balıkçısı gemicisiyle hayatlarını
denizden kazanan insanların mücadelesini konu alan Ege Kıyılarında deniz emekçilerini
anlatan romanlar yazdı. Yazılarını coşkulu, içten, kimi kez savruk, şiirsel bir üslup ile yazdı.
Halikarnas Balıkçısı Anadolu efsaneleriyle mitolojisini inceleyen kitaplar da yazdı.
1947'de İzmir'e yerleşen Kabaağaçlı, 13 Ekim 1973'te bu kentte ölür çok sevdiği Bodrum'a
gömülür. Nâzım’ın «En büyük şairimiz…» dediği Balıkçı’nın sanat anlayışı şu sözlerinde
gizlidir:
“Halktan, temelden, topraktan ve doğanın derinliklerinden gelmeyen, onlardan
etkilenmeyen bir edebiyat geçicidir, ölümcüldür.”
Motor adayı kıyılarken adanın ağzı kalabalık mağaraları köpür köpür köpürerek koca
dağın suratına deniz tükürdü. Kayalar diş göstererek hırlıyorlardı. Kunduralarının
tabanlarıyla, şap şap diye tapu senedi damgalarcasına adım atan eksper, adanın artık
adam akıllı damarına basmıştı. Kaya sırtını silkince koca dağ düştü. Patavatsız taşlar
kuş tüyü kesileceklerine kaskatı dondular. Bazı kayaların tepesi attı. Her delikten
havaya sular fışkırdı. Kocadağ sırıl sıklam oldu. Sudan kaçınayım derken çalılara daldı.
Adanın tüyleri diken diken oldu. Santal çalıları Kocadağ’a çelme taktı. Kocadağ
durmamacasına sırtüstü, yüzüstü geliyordu. Adanın bağrı hava dolu bir gayda
kesilmişti. Her deliği dağı dağa kavuşturan, diş kamaştırıcı bir cayırtı koparıyordu.
Adanın siniri tutmuştu. Ada yapayalın sertliği ile, sipsivri sokuculuğu ile kapkanca
tırmalayıcılığı ile Kocadağ’ı kaktı, tekmeledi, tokatladı ve daladı.»
(‘Gülen Ada’
öyküsünden) HALİKARNAS BALIKÇISI
EMEĞİN RESSAMI AVNİ MEMEDOĞLU'NU
UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ!..
1924 yılında Erzurum'un Aşkale ilçesinin Taşağıl köyünde,
yoksulluklar içerisinde dünyaya geldi. Kendisinin deyişliyle
çevreyi ve dünyayı, sırtında yırtık ve yamalı bir entari,
yalınayak ve başı kabak, köyün tozlu yollarında, insan ve
hayvan pisliklerinin, kül ve çöp birikintilerinin oluşturduğu
çöplüklerde, tezek kalaklarının arasında, köy koşullarının
zoruyla çocuk yaşta peşine koşturulduğu kuzu ve danaların
çobanlığında, Temmuz ve Ağustos aylarının amansız sıcağı
altında bir iki urup buğday karşılığı, onun bunun tozlu
harmanlarında döven sürmede tanıdı.