EMEĞİN SANATI 161. SAYI | Page 68

Emeğin Sanatı 161. Sayı  Aslında temel sorun belki de Aziz Nesin’in bütün kişiliğiyle edebiyatın sınırlarını aşıp, çağdaş bir aydın kimliğine bürünmüş olması. Toplumumuz onu kendi adıyla deyimleşmiş, “Aziz Nesin’lik” olaylarla anmıyor yalnızca; 1940’lardan ölümüne dek bütün iktidarlara karşı muhalif aydın tutumuyla tanıyor… Aziz Nesin’in bir hayata sığdırdıkları kolayca kavranamayacak genişlikte bir yüzeye yayılıyor. Edebiyat içi ve dışında öylesine çok alanda türlü eylemlerle sürdürülmüş bir hayat, ki ucu bucağı belirsiz… Aziz Nesin’den bizlere kalan temel sorulardan biri de, “Edebiyatçılar, sanatçılar, aydın sorumluluklarını, topluma karşı yükümlülüklerini nasıl yerine getirecekler?”[24] sorusudur… AŞKIN, HAYATIN, DEVRİMİN ÇIĞLIĞI ŞİİR Şiiri nihai kertede aşkın, hayatın, devrimin çığlığıdır benim için… Böyle algılarım… Şiir bir ustalıktır; alıp götüren ve ulaştıran bir ustalık. Tıpkı Şükrü Erbaş’ın, “Susan bir türküyüm nicedir/ Evler çarşılar içinde/ Duruşum gurbet yürüyüşüm el/ Gülüşüm hayat kırgını, kapalı, yarım/ Kederim uzak insanlara.../ Yaşamak bu iğdiş göklerde buruşuk/ Yağmuru alınmış bir güz bulutu/ Al, rüzgârının mavi kanatlarına/ Beni ülkene götür çocuğum,” diyen ‘Aykırı Yaşamak’ dizelerinde… Veya “Güneş tanrım,/ Yağmur annem./ Toprak ömrüm./ Bir su damlasından sonsuzluk veren hayat…/ bir su damlasına kur mezarımı,”[25] haykırışındaki gibi… Ustalıktan söz edince, “Lenin-/ yaşadı,/ Lenin-/ yaşıyor,/ Lenin-/ hep yaşayacak,” diyen Vladimir Mayakovski; Onun ‘Lenin Destanı’ndan şu dizeleri nasıl unutulur? “Dünya artık/ dar geliyor/ SERMAYE’nin hırsına,/ patlayıncaya/ kadar/ kazanma hayalleriyle/ milyar/ dolarlık/ yüzükleri/ geçirmiş parmağına,/ koca göbeği/ ve kirli elleriyle/ uzanıyor,/ hakların/ gırtlağına. Çıkıp geliyor işte!/ Yağma/ susuzluğuyla/ çapışıyor demirler./ ‘Vuuuur’/ Dünyayı paylaşamıyor/ iki para babası. Her köyde/ bir mezarlık,/ yatıyor şehir erler./ Her kentte,/ kuruluyor/ bir kol-bacak fabrikası. Savaş bitti, kuruldu/ masalar,/ zafer pastasını/ sofrada bölüşüp/ paylaştılar…” “Elbet ya,/ ‘kapitalizm’de/ incelik/ letafet ne arar?/ ‘Bülbül’ lafı/ kulağı/ çok daha güzel okşar. Yok canım!/ Ben yine/ bildiğimi okuyacağım./ Mısralardan/ savaşçı/ sloganlar yapacağım. Konu sıkıntısı/ çekmem/ bilirsiniz./ Bilirsiniz de…/ Ne muhabbet/ zamanıdır/ yaşadığımız zaman,/ ne de/ bir işe yarar/ boş lafın/boş kılıfı. Ben şair olarak/ her şeyimi,/ tüm gücümü,/ sana/ ve haklı davana/ adıyorum, işçi sınıfı!” Her şeyini işçi sınıfına adamış bir şairdi Vladimir Mayakovski, tıpkı “öğrencisi” Nâzım Hikmet Ran usta gibi… “Ben,/ bir insan,/ ben,/ Türk şairi/ komünist/ Nâzım Hikmet/ ben,/ tepeden tırnağa iman,/ tepeden tırnağa kavga,/ hasret ve ümitten ibaret ben.” “Komünistim çok şükür./ İşin bir tarafı böyle, Kerim,/ her komünist gibi de su katılmamış vatanperverim/ hem de bir tarih/ bütün bir devir/ bir insanlık merhalesi boyunca daha gerçek/ daha ileri... Başkasının sırtından geçinenlerin değil,/ çalışan insanların vatanperverliği bu,/ bu senin vatanperverliğin,/ ondört yaşındaki işçi Kerim./ 