Bilkent Tosbaa 3.Sayı | Page 10

6

Ilgın Side Soysal

KAFAM ÇOK KARIŞIK!

Olmak üzerine; Şimdi, birbirimizin zihnini göremiyoruz ya, aslında olmayabiliriz. Yani yaşadığım her şey kendi zihnimin ürünü olabilir. Bundandır ki; çoğu zaman inanmak yetiyor. Belki de, yalnızca evrenin elektronlarıyızdır. Hayat dediğimiz, belki de yalnızca ne zaman, nerede olacağımızı belirleyen bir mekanizmadır. Oysa beyinlerimiz bunu nasıl yorumluyor … Zaten zihnimiz bize sürekli oyun oynuyor. Senin zihnin sana oyun oynarken … Sahi biz kime güveniyorduk, kendimize mi?
İnsan üzerine; İnsan hayvanı, doğası gereği( aklı sayesinde) dünyaya egemen olduğu için, yalnızca“ tüketici” konumunda, besin zincirinin en üstünde bulunuyor ve kendi türü dışında hiçbir tür ona tehdit oluşturamıyor. Tür, hayvansal savunma içgüdüsü ile kendi arasında rekabete giriyor. Bu içgüdüyle; çeşitli yollarla, kendi türüne bireysel olarak üstün gelmeye çalışıyor. Kendi yarattığı kurmacalar yüzünden birbiriyle savaşıyor. Hayvani dürtü: üstün gelmek, saldırmak ve öldürmek.. Nüfuslar artıyor, kaynaklar azalıyor … İnsan hayvanı iyice saldırganlaşıyor. İnsan, hiç durmadan“ en akıllı tür” olma özelliği ile övünüyor ama bir avuç temel soruna bir türlü çözüm bulamıyor. Pek tabii ki saldırma yolları çok akıllıca … Söyler misiniz; insanlık hakikaten bu akılla mı övünüyor?
Din, bilim ve siyaset üzerine; Din ile bilim tabii ki de birbirinden ayrı değil. İkisi de varlığımızı sorguluyor ve özünde felsefe. Dinler, insan aklı ve bilgisi belirli bir evrimleşme durumuna gelene kadar, insanlığı çıldırmaktan ve sapmaktan kurtardı. Yeryüzünde bilimin gerçekleşmesi için düzen ve ortam sağladı. Ancak, insan aklı artık belirli bir noktaya geldi. Günümüzde“ yaradılışın sırrını” ve“ göklerin haberini” bize bilim getiriyor. Dönemin peygamberleri bilim insanları. Şimdi ben diyorum ki; Çare NASA! Dini bilim olan ve şeriat ile yönetilen bir dünya ülkesi kurulsun. Yoksa mahvolacağız, bu gidişat hiç iyi değil.
Zaman üzerine; Zaman geçtikçe biraz daha duygusuzlaşıyorum. Artık mutluluktan üzüntüye, ne bileyim işte, öfkeden korkuya kadar, hiçbir duyguyu eskisi gibi hissedemiyorum. Ben o yoğun duyguların bağımlısı olmuşum. Bu yüzden geçmişi düşünüp duruyorum. Geçmişten kurtulamıyorum bir türlü. Çünkü şimdiki zamanda aradığımı bulamıyorum. Belki de büyümek diye buna deniyor ve bu en hoşuma gitmeyen olasılık. Bu durumun kalıcı olması fikri canımı sıkıyor. Oysa bunu anlamam için bile zaman geçmesi gerekiyor. Zamana maruz ve zamandan kaçamayan bir ölümlü olarak, en büyük fobimin yaşlanmak olması, kendi kulağıma bile saçma geliyor.
Geçicilik üzerine; Kalıcı bir şeyler bulmak isteği, kendimize bir gün öleceğimizi unutturmak amacıyla var oluyor sanırım. Yaşamak demek, hayatta kalmak demektir. İnsan olarak, böyle bir dünyada hayatta kalabilmek için geleceği güvence altına alma zorunluluğu ile köleleşiyoruz. Ancak her şeye rağmen, ölümlü olarak, geçicilikten kurtulamayız. Kalıcılık büyük bir ütopyadır. Bana kalırsa, hayatı anlamlı kılmaya çalışmak, kalıcı
kılmaya çalışmaktan daha akıllıcadır. Çünkü geçici şeyler değerlidir, kıymetlendirmek gerekir. Kalıcı şeyler bir şekilde bayağılaşır. Oysa hayat, kesinlikle bayağı bir şey değildir.
Özgürlük üzerine; Özgürlük; benim tanımını tam anlamıyla bir türlü yapamadığım bir şey. Korkarım nedeni, bunu tam anlamıyla hiç tatmamış olmam. Fiziksel anlamda imkânsız olan uçmak eylemini, özgürlüğün sembolü yapmamızdan da anlaşılacağı gibi, dünya düzeni, toplu yaşama kuralları gibi birçok olgu nedeni ile özgürlük, tam anlamıyla asla elde edemeyeceğimiz bir şeydir. Tabii ki burada birilerini öldürme özgürlüğünden değil, kendini gerçekleştirme özgürlüğünden bahsediyorum. Yargılara, vargılara, mecburiyetlere, başkalarının doğrularına bir şekilde zincirlenmiş doğuyoruz. Özgürlüğün hiç bilmediğimiz başka bir anlamı olmalı … Sanırım bu anlamı bulamadan asla tam anlamıyla mutlu olamayacağım. Tam anlamıyla tadamasam bile, en azından neyi aradığımı bilmek için, özgürlüğün gerçek anlamını bulmalıyım.
Beklentiler ve Güven üzerine; Karşındakine güvenirken, fütursuzca kendi beklentilerini de işe dâhil edersen bu güven kırılmaya mahkûmdur. İnsanlara, bize vadetmedikleri şeyleri, varsayımlarla yükleyip, bunu“ güven” adı altında beklentiye dönüştürmemeliyiz. Bu yüzdendir ki; güven zaman ile oluşur. Zamanla karşındakinin sınırlarını, düşünce yapısını anlarsın. Asıl beklentiyi güven doğurur. Biz, benliğine dair hiçbir şey bilmeden, kimlik bilgileri ile karşımızdakini tanıdık sanıyoruz. Yanılıyoruz! Vadetmediğin şeyleri karşılamaya çalışmak çok yıpratıcı. İnsanlara bu ıstırabı çektirmeyin. Kendinize hayal kırıklığı yaşatmayın.
Seks üzerine; Kutsal görülmesi gereken seksin, ayıp olduğu düşünüldüğünden; insanlar, işemek ve acıkmak kadar doğal olan bu dürtüyü bastırmaktan iyice vahşileşiyor. Diğer temel ihtiyaçlar genellikle fiziksel ihtiyaçken, seks hem fiziksel hem de ruhsal bir ihtiyaçtır. Ruhlara özgü olduğundan mahremdir ama asla ayıp değildir. Ruhların etkileşime ihtiyacı vardır. Seks, ruhsal etkileşimin doruk noktasıdır. Ruhun, bir ruhla etkileşime girdimi bedenini ele geçirir. Enerji alışverişi ve bir olduktan sonra aslında kim olduğunun hiçbir önemi kalmıyor. Kimle bir olacağına ruhun karar verir. Kendini gerçekleştirmek ve doymak ruhun en temel ihtiyacıdır. Daha önemlisi; özünüzü ruhunuz oluşturur. Ruhunuza iyi davranın.
Aşk üzerine; Aşığın alasını olurum. Ama öyle hemen birbirimizin hayatına saldırmayalım. Aşk dediğin; karşındakini mükemmel sanmaktan başka nedir ki? Ama hiç kimse mükemmel değildir. Aşkın sonu; karşındakini, mükemmel olmadığını anlayacak kadar tanıdığında gelir. Aşkın, birbirini zimmetine geçirmekle bir alakası yoktur. Bunun, birbirinin hayatına hükmetmekle hiç bir alakası yoktur. Önce bu konuda anlaşalım sonra ben aşığın alasını olurum.
Gökçe Karaküçük