Bilakis Dergisi Nisan sayisi 4. sayı | Page 23

Hayatın kısa olduğunu bir sürü insandan duyarız ama bunu hissetmeden asla kendimize böyle bir şeyin var olduğunu kabul ettiremeyiz. Bir tarafımız gerçekleri görse de diğer tarafımız ise gözlerini kapayıp duymamak hatta hissetmemek için delice isyan eder. Ama kendimizi bir uçurumun kenarında elimizi sıkıca tutmuş, birini kendimize olanca gücümüzle çekmeye çalışırken isyan eden bu tarafımız dili tutulmuş bir insan gibi soğuk ve hiçte tanıdık olmadığımız bir sessizliğe bürünür. Çünkü artık o isyancı ruhumuzda tüm gerçekleri çıplak bir gözle görüyordur ve onun korkusu artık bizi içine çeken bir girdap haline gelmiştir, endişesi her an yanımızda olan şefkatli bir anne rolü oynar bize. Uçurumun kenarında elimize sıkıca sarılmış olan ya da küçük bir tebessümle bize veda etmeye çalışan insanı ve peşinde sürüklediği gerçekleri zamanla taşıyamayız ve elimizden kayar ve boşluğa doğru hızla gider, yok olur. Onların düşerken ne hissettiklerini bilemeyiz. Belki sonsuzluğun huzurunu belki de acılar içinde kıvranarak ve titreyerek ölümün soğukluğunu hissediyordur. Korkuyordur geride bıraktıkları için ya da umutludur başkalarına hayat verebileceği için. Peki ya biz, biz neler hissederiz? Hatırlamak istemediğimiz yokluk duygusunu mu, ilk kez pişmanlığı mı ya da borçlu olduğumuz bir özrü ya da affı mı hissederiz kalbimiz en derin köşesinde? Ne hissederiz elimizden saniyeler içinde kayan ve yokluğa karışan biri için? Ne kadar acı çekeriz, ne kadar arkasından büyük bir zafer duygusuyla seviniriz? Arkasından neler söyleriz nasıl anarız onları? Onlarsız kaybolmaz mıyız hayatın içinde? Umutlarımız tekrar doğar mı peki, acılarımız içinden çıkan bir kardelen gibi açar mı tekrardan? Olgunlaşır mıyız, acılarının en büyüğüyle sınanıp bir anda yılları karşı büyüyebilir miyiz? Ya da yaşamayı şeçer miyiz yoksa o uçurum kenarında bizde mi rüzgarla birlikte sürüklenip düşeriz? DERYA ÖZCAN