Dışarı çıkar çıkmaz yere yığıldılar.Üst üste öksürüyorlardı. Ezgi, yine de bir an evvel kalkıp
annesini bulmak istiyordu. Gözlerini açabildiği kısacık anlarda eli meşaleli adamları gördü. Sanki
içlerinden biri üzerlerine doğru geliyordu. Ama kapatıp açtığında gözlerini öyle bir şeyi görmedi.
1 5 dakika kadar yerde yattıktan sonra ikisi, Ezgi’nin omzuna dokundu annesi. Yangın çıkınca
kocasıyla saklanmışlardı. Adamların tekrar geri gelmesinden korktukları için bir an evvel Ezgi’yi
alıp götürdüer saklandıkları yere. Ferit de peşlerinden
Ezgi’nin üvey babası telaşla sarıldı kızına. Ezgi öfkeyle itip annesine sarıldı. “Şimdi sırası mı
kızım?” diye uyardı hemen annesi. “Bu herif olmasıydı, yanayacak mıydı evin?”. Tartışma
uzayacak gibiydi ki, üvey babası başka bir yerine sığındı, bulundukları yerin. Ezgi annesine
peşpeşe sorular sorup, pek çok da tanımlama yapıyordu. Ferit’se başından geçenleri
düşünüyordu. Bir anlık bir kararla Ezgi’nin peşine takılmış, sonra her nasılsa olanlar oluvermişti.
Şuan kendini iyi hissediyordu, bir an önce sabah olmasını istiyordu. Annesinin elini, yüzünü,
kollarını, bacaklarını dikkatle kontrol ediyordu Aslı, üvey babasının dövme huyu da vardı çünkü.
Dışarıda sosyalist, içeride -evin direği- modülüyle yaşayan enteresan bir adamdı çünkü. Ferit
ona bakarken annesini anımsadı. Şuan yanında olsaydı annesi, is içinde kalmış alnını henüz
daha silmeden öpmez miydi? Terlediğinde sırtına koyulan havluları, ateşi çıktığında alnınıa
yayılan sirkeli bezleri düşündü. Annesi, şu an mutlaka yanında olmalıydı. İnsan burnunun
dibinde oldu mu hayatının en önemli meseli, bilemiyor kıymetini. “Annem” dedi “Şuan yanımda
olmalı.”. Ezgi’de annesi de hüzünle karşıladılar bu sitemi. Sonra ana-kız dertleşe dururken Ferit
sızdı kaldı.
Sabah olduğunda Ezgi annesinin koynunda, Ferit onların bir iki adım berisinde uyuyordu.
Ezgi’nin üvey babası camdan dışarıyı süzüyor doğru zamanı kolluyordu. “Gittiler” diye bağırdı.
Hepsi birden aynı anda açtılar gözlerini. “Köşede bıraktıkları gözcüleri de çekildi. Gittiler.” dedi
üvey babası. “Biz ne olacağız?” diye sordu annesi Ezgi'nin. “Savaşacağız” dedi adam.
Savaşmak, artık yorulmuştu annesi bu kelimeden. Çünkü ne ne için savaştığını biliyordu ne de
savaşacak gücü kalmıştı. “Kalk anne gidelim.” dedi ezgi. Annesi Pınar, restleşmeye dönen kısa
süreli bir kavga ettikten sonra kocasıyla, çıkıverdi sığınaktan kızıyla. Ferit de peşlerin den
Yanmış evlerin, közlenmiş cesetlerin arasından geçtiler. Bazı evlerin hala dumanı tütüyordu.
Umut, bu şehri çoktan terk etmişti. Kimsenin bir şeye inanacak, inandığını yaşatacak hali
kalmamıştı. Kadınlar, savaşıp da onurlanacağını düşündüğü erkeklerinin bedelini yanarak
ödemişlerdi. Çocuklarsa henüz bunun hesabını yapamıyorlardı. Yanan evler, yıkılan umutlar
arasında hala savaşmak onurlu bir şey gibi gözüküyordu. Yanarak ölmek, gurur verici savaştan
çekilmek utanç verciydi. İnsanoğlu, insan olalı böyle dangalaklık görmemişti.
Otele vardıklarında pencere başlarında bekleyen otel ahalisinin meraklı gözleriyle
karşılandılar. Herkes camlara dizilmiş, Ezgi’nin eve girişini seyrediyordu. Kapıdan ilk fırlayan
hamit oldu. Eski karısıyla gözgöze geldi. “Hoşgeldin” dedi. “Hoşbulduk” dedi Pınar, samimi bir
gülümsemeyle.
3. Bölümün sonu
ENDER YILMAZ
ATARAKSİYA
ataraksiya.tumblr.com