murat
bozok’tan
aşçılık
sırları
ropörtaj: ezgi fuçıcı
[email protected]
kübra arı
[email protected]
Hayallerinin peşinden giden bir şef…
Başarısını çalıştığı Michelin yıldızlı restoranlarla taçlandıran,
ekranların sevilen yüzü eğitimci şef Murat Bozok’tan aşçılık
sırlarını öğrendik.
Ezgi: Öncelikle röportaj talebimizi kabul ederek değerli
vaktinizi bize ayırdığınız için teşekkür ederiz. Kısaca sizden
bahsetmek gerekirse Murat Bozok’un şeflik kariyeri nasıl
başladı, şef olmaya nasıl karar verdiniz?
Murat Bozok: Ben İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme me-
zunuyum. Ailemizin tekstil işi vardı. Ortaokuldan beri yazları
işyerinde farklı departmanlarda çalışırdım ve o işi hiç sevme-
dim. İşletmeyi bitirdiğimde muhtemelen de aile işine devam
etmem gerekecekti; ama ben bunun yerine gezmek, diğer
ülkeleri görmek, yani gezmek değil de farklı farklı ülkelerin
kültürlerini yaşamak istiyordum. Kısacası ‘Dünya vatandaşı’
olmak istiyordum. Yemek pişirmeyi de çok seviyordum. O
zaman Türkiye’de aşçılık ile ilgili herhangi bir üniversite veya
sertifika programı yoktu. Ben Johnson & Wales Üniversitesi’ne
gitmek istiyordum ve ailem aşçı olmamı onaylamadığı için
yalan söylemek zorunda kaldım. Onlara otelcilik okumaya
gidiyorum dedim ama aşçılığa kayıt oldum daha sonra Ritz
Carlton’da çalıştım ama ailem yine aşçı olarak çalıştığımı
değil de hep takım elbise giyip işin ön tarafında çalıştım
olarak biliyorlardı. Ardından Londra da Gordon Ramsay
Holding’e bağlı üç Michelin yıldızlı Royal Hospital Road
ve bir Michelin yıldızlı Angela Hartnett at Connought’ta
çalıştım. Fransa’da da Robuchon’la çalıştım.
Kübra: Gastronomi eğitimini neden yurt dışında almayı
tercih ettiniz, Türkiye’deki sistem ile Amerika’daki sistem
arasında şeflik konusunda bir farklılık olduğunu düşünüyor
musunuz?
M.B: Benim zamanımda Türkiye’de daha gastronomi bölümü
yoktu. Sonrasında ilk Yeditepe’de kuruldu. Bugün yine olsa
ben yine de yurt dışında okunması taraftarıyım. Çünkü okul
amaç değil araçtır, sizi nerden alıp nereye taşıdığı önemli.
Yurt dışında okul bitirirseniz OPT ile iki senelik çalışma vize
hakkı tanınıyor ve orada çalışırken sevilirseniz daha sonra
size iş teklifi ediyorlar ve sponsor oluyorlar. Başka iş imkanları
size doğuyor. Mesela ben orada Ritz Carlton’da çalıştım.
Yurt dışında çalışma fırsatı bulmanın bana çok şey kattığını
düşünüyorum ve bence herkes bu deneyime sahip olmalı.
Aşçılık da tabii ki okulundan okuluna göre değişiyor. Aşçılık
eğitimi bir zanaat, usta çırak ilişkisi ile öğrenilecek bir şey ve
Türkiye’de yeterli sayıda eğitmen olduğunu düşünmüyorum
çünkü iyi şefler genellikle işin eğitim kısmında yer almayıp
kendi otellerini ve restoranlarını işletiyorlar. Dediğim gibi işin
en önemli kısmı eğitmenler.
E: Günümüze gelecek olursak, şu anki konumunuzda payı
olduğunu düşündüğünüz, örnek aldığınız bir şef var mı?
M.B: Bir çok insan var. Hemen hemen bütün şeflerimden
bir şeyler öğrendim. Kötü tecrübelerden bile bir şeyler öğ-
reniliyor, en azından o hataları bir daha yapmamak gibi.
Mesela ilk şefim bana otel kısmını çok iyi öğretti. Bence
aşçılıkta otel de önemli. Bence Robuchon dünyanın en
iyi şefi, Allah vergisi yetenekleri var. Ondan biraz “Banket
menüleri nasıl yazılır” öğrenmeye çalıştım. Gordon Ramsay
ile de altı sene çalıştım. Çok iyi bir aşçı ve aşçılığının yanın-
da çok iyi de bir televizyon programcısı ve iş adamı. Tüm
dünyada restoranları var. Altı ayda bir kitap yazıyor ve
bunların hepsini çok iyi yönetiyor. Ondan bu sistematikliği
öğrendim. Tabii ki mutfakta Gordon Ramsey’i elinde tava
ile et alıp sallarken görmedim. Ama orada çok iyi yerlerde
çalışmış bir sürü insan var, 30-40 kişi birlikte çalışıyorsunuz
ve birlikte çalışırken birbirinizden çok şey öğreniyorsunuz.
Benzetmek gerekirse tüm arılar başka çiçeklere konmuş
ama sonra herkes bir çiçekte buluşmuş ve tüm arılar top-
ladıkları polenleri birbiri ile paylaşıyorlar.
E: İyi bir şefin sahip olması gereken özellikler sizce nelerdir?
M.B: İyi bir şef oldum demek gerçekten çok zor çünkü öğ-
renmek sonsuz bir şey. Kendi adıma söylemek gerekirse
yaklaşık 10 sene yurt dışında çok iyi restoranlarda çalıştım.
Belki de o kadar sene çalışmama gerek yoktu. Mesela bazı
insanlar okulu bitirir bitirmez yurt dışından gelip, ben çok iyi
aşçı oldum diyorlar. Bunun süresi kişiden kişiye değişebilir iki
sene de olabilir beş sene de… Aslında bakarsanız şeflik bir
derya deniz… Benim de çalışmaya fırsat bulamadığım bir-
çok alan var. Örneğin, pastacılıkta çalışmayı çok isterdim.
Fransa’da çok beğendiğim Pierre Hermé isminde bir şef
vardı, dünyanın en güzel makaronlarını yapardı. Onlunla
çalışma fırsatı yakalamayı çok isterdim veya çok kaliteli
bir Uzak Doğu restoranında da hiç çalışmadım , keşke öyle
bir restoranda çalışsaydım diyorum şimdi. İçimde birçok
ukte var ama hepsinde çalışmaya insan ömrü yetmez. Bir
yerde artık kendi yolunuzu çizmeniz lazım. O zaman ne za-
man ya da öyle doğru bir zamanı var mı bilmiyorum. Şefliği
restoran boyutunda inceleyecek olursak da durum bam-
başka. Restoranı olan bir şef için sadece iyi yemek yapıyor
olmak yeterli değil, aynı zamanda mutfaktaki tüm şeflerden
de sorumlusunuz. Onları iyi yönetmeniz lazım. E tabi bir de
mali kısım var. Aldığınız ürünlerin maliyetlerini kaça satmanız
gerektiğini doğru hesaplamanız lazım. Yani kısacası iyi bir
restoranınız olması için iyi bir şef, iyi bir yönetici ve iyi de bir
işletmeci olmanız lazım. Ben iyi yemek yapıp başarısız olan
çok restoran gördüm…
K: Bir yemeği oluşturan ana unsurlar nelerdir? Sunum
yemeğin neresinde yer alıyor?
M.B: Sunum önemli. Türkiye’de evlerde dünyanın en güzel
yemeklerinin yapıldığını düşünüyorum; ama nedense yemek-
lere sunum esnasında çok da özen gösterilmiyor. Restoran-
larda ise durum tam tersi. Görsele hitap etmek uğruna lezzet
biraz daha geride kalıyor. Evet, yemeğin şık olması lazım ama
o sırada da lezzetinden çalınmaması lazım. Mesela bence
kuru fasulye pilav, karnıyarık çok güzel lezzetler ama hiç
kimse evlilik teklifi ederken bunları tercih etmez. Hani bu ye-
meklerin de özel günlere yakışır olması lazım. Bu da biz
şeflerin görevi. Klasik Türk Mutfağı’nda hiçbir sorun yok
sadece biraz daha sunuma özen göstermek gerekiyor.
K:Yemek yaparken olmazsa olmazlarınız nelerdir?
M.B: Yemek yaparken bence en önemli şey “denge”. Dilin
aldığı beş tane tat var: tatlı, tuzlu, acı, ekşi ve bir de umami
denen şey çıktı yakın zamanda. Bir yemeğin çok acı, çok
tatlı ya da çok ekşi olmaması lazım. Yani bunların hepsi bir
uyum içerisinde olmalı.
Okul amaç değil
araçtır, sizi nerden
alıp nereye taşıdığı
önemli.