[email protected]
Metroseksüelleşen
Süpersporlar
por otomobil kavramları… Müşteri
kitlesinin büyük bir çoğunluğu için
son derece farklıdır spor otomobil
kavramları. Geniş bir kitleye hitap etmez spor
otomobiller. O yüzden alıcılarının çoğunluğu
ortalama bir alaylı ayarında otomobil kültürüne
sahip, kendine has sürüş kalifikasyonları olan,
kimi zaman etrafında, hatta toplumda trend
yaratma gücü olan insanlardır. Bu yüzden bu
insanlara buzdolabı veya bilgisayar satar gibi
otomobil satamazsınız. Ceplerinde taşıdıkları
dolmakalemi, taktıkları saati, giydikleri elbiseyi
nasıl satıyorsanız, o şekilde satabilirsiniz
stoğunuzdaki spor otomobili bu kitleye. Çünkü
altlarındaki otomobili, giydikleri takım elbiseden
pek de farklı görmez çoğu. Zaten bu yüzden bu
kadar çok çeşitli spor otomobil üretiliyor dünyada.
Bu küçücük pazarda o yüzden bu kadar çok
seçenek var. Çünkü farklı tarzlar talep ediliyor
müşteri tarafından. Kimi V12 seviyor, kimi turbo
beslemelisini. Kimi önden motorlu, kimi ortadan
motorlu. Kimi Continental GT gibi çok lüksünü,
kimi 911 GT3 gibi sert karakterlisini. Bir de marka
bağımlıları vardır. Bazıları Lamborghini’nin sesini
beğenir, birileri Porsche’nin işçiliğini, Ferrari’nin
S
MART / 2014
ismine takmıştır kafayı bazı insanlar, veya
Koenigsegg, Pagani, Gumpert, Bugatti gibi çok
nadide olanların düşkünleri vardır. Markadan
ziyade modelleri ikonlaştırmış kesimi de
unutmamak gerek, daha da romantik bir gruptur
bunlar. Corvette, Mustang, 911, Ghibli dedinizmi
gözleri parlar, markaların bir önemi yoktur. Bazıları
Alman otomobilinde rahat eder, Audi TT, Porsche
Boxster, Audi R8 derken, SLS AMG’de “tamam,
ben zirve yaptım” der. Her gün kullanırlar
otomobillerini, sanki bir Passat’a biner gibi,
otomobilleri de bundan çekinmez zaten.
Almancılar, öyle zırt pırt servise ihtiyaç duyan
otomobilleri sevmezler. Onlar 300 km/s’e kaliteli
ve stabil bir otomobil ile çıkmayı severler.
İtalyancılar var… Onlar biraz eziyet çekmekten
hoşlanırlar ama en fiyakalıları da onlardır.
Kıskanılırlar çünkü bir İtalyan sahibi olmaya
cesaret edemeyen her spor otomobil sahibi,
mutlaka bir gün bir yerde bir İtalyan otomobili
tarafından çok fena benzetilmiştir, kötü anıları
vardır. O yüzden bir taraftan İtalyan’lara sallarlar
ama içten içe sahiplerine gıpta ederler. İtalyancılar
en çok bunu severler, diğerlerinin dengesini
bozmayı. Bir de 300 km/s’e bağrış çağrış motor
sesleri içinde çıkmayı ve günü belki de serviste
sonlandıracakları endişesini hissetmeyi…
Amerikancılar apayrı bir alemdir. Onlar Amerikan
kültürünü genellikle aileden alırlar, babadan,
amcadan, dayıdan. Hepsi birbirini iyi tanır. Onlar
için spor otomobil denen şey, 60’lar ile 80’lar
arası üretilen, V8 motorlu, kocaman karbüratörleri
olan, sadece kalkış yapmaya yarayan, virajlarda
pek de becerikli olmayan şeylerdir. Pek azı
Corvette, Mustang, Charger gibi efsanelerin yeni
nesillerine itibar eder. O itibar edenler ise, 300’ler
kulübünün yegane üyeleridir Amerika kıtasının
zaten. “Hem Almanlardan daha havalı
görünüyorum, hem de İtalyanlar kadar masraflı
değil arabam” diye düşünürler. Doğru mudur,
yoksa kendilerini mi kandırırlar, bundan kendileri
bile emin olamaz. Ama bir Viper’ın, bir Saleen’in
sahibine yaşattığı gurur da, 300km/s’e çıkarken
verdiği duygular da ne tartışılabilir bir şeydir, ne
de anlatılabilir. Japon severlerin süper spor
bayrağını Nissan Skyline GTR ve Lexus LFA tek
başlarına ama başarıyla temsil ediyorlar. Honda
NSX, Toyota Supra ve Nissan 300 ZX gibi
zamanının teknoloji harikaları, artık birer genç
klasiğe dönüştüler. GTR sahiplerinin sadece
benzinmagazin.com