Yoksa Benzini Kim Koyacak
VW Group’un Başarısı
Tesadüf Mü?
tomotiv dünyasında sürekli
devam eden bir rekabet olsa
da aslında herkesin yeri iyi
kötü belli, belirlenmiş
çizgilerle birbirinden ayrılıyor. Hani pek
çoğumuzun vatan millet kurtarırken
yaptığı geyiklerin bir saatten sonra
dayandığı “karanlık güçler” ya da “dış
mihraklar” veya iyice “saçmalayıp”,
“illuminati”ye kadar götürdüğümüz
muhabbetler var ya; otomotiv dünyasında
da benzer pozisyonlandırlmalar da
olmuyor değil.
Bundan yıllar yıllar önce (Aslında sadece
doksanlara kadar uzanalım) Volkswagen
Grubu’nun başındaki isim
Ferdinand Karl Piëch (Gerçi birazdan
anlatacaklarıma muhtemelen
seksenlerde karar vermişti bile), elindeki
markaları nasıl ve kimlere karşı
konumlandıracağını belirleyerek hem
kendi “mallarını” birbirinden ayrıştırmış
hem de rakiplerinin eksik yönlerini iyi
analiz ederek VW Grubu’nun bugünlere
gelmesinde ciddi bir adım atmıştır. Ana
marka Volkswagen, Opel ve Ford gibi
diğer “ana akım” markaların karşısında,
kalite, işçilik, sağlamlık ve güvenilirlik
O
HAZİRAN / 2014
gibi konularda öne çıkacakken, özellikle
Türkiye gibi ülkelerdeki imajı ve
alternatifsiz ikinci el kuvvetiyle intibası
en yüksek ana akım marka oldu.
Audi ise malum BMW ve MercedesBenz’e karşılıktı. Diğer iki Alman markaya
göre daha sonradan “premium” nitelikler
taşımasından dolayı hep üçüncü seçenek
olarak akıllarda kalsa da sadece quattro
yani dört tekerlekten çekiş sisteminin
üzerine gidilmesiyle farklılığı yakalamış
ve lüksün sadece deri koltuktan ibaret
olmadığını kanıtlamıştı. Gerçi Audi’de
kullanılan quattro, baz modellerde önden
çekiş uygulamasından ötürü güç seviyesi
arttıkça bir zorunluluk halini almış olsa
da hiçbir Audi yöneticisi “eksikliğimizi
“Almanlar, ürettikleri
her Bugatti Veyron’dan
zarar ettiklerini
söyleseler de sizce de
kazandıkları bundan
fazla değil mi?”
quatto ile kapatıyoruz” dememiş; aksine
bu durumu üstünlük, rakiplerin
sunamadıkları bir donanım olarak lanse
etmişlerdi!
Gruptaki Akdenizli Seat ise, direkt olarak
Alfa Romeo’nun karşısına
konumlandırılmış ve tasarımcı olarak
Walter de Silva’yı da transfer ederek
düşmanın en büyük silahlarından birini
bünyesine katmıştı. İlerleyen yıllarda de
Silva, Seat’tan diğer markalara, daha da
sonrasında da Murat Günak’ın yerine
grubun başına getirilecekti. Yani diğer bir
deyişle; “ruhsuz” olarak bilinen Alman
markalarının en büyük izlenimlerini
törpülemekle görevlendirilecekti.
İspanyol Seat ne yaptı peki? Biraz
abartabiliriz belki ama Alfa Romeo’yu
bitirdi! Bu sözlerime Alfisti’ler
sinirlenebilirler belki ama Golf kadar
güvenilir, tok yapıda ve en az Alfa kadar
iyi gözüken bir teklife kim hayır diyebilir
ki? Günümüzdeki Leon’a bakın mesela.
Öye ki Golf’ten bile daha da iyi bir
otomobil olabilir mi? Çeklerin Skoda’sı ise
ayrı bir başarı hükayesi. Octavia ile
başlayan yükseliş her ne kadar Türkiye’de
çok geç bir başarı öyküsünü doğursa da;
benzinmagazin.com