KONGRE BİLDİRİLERİ
onaylanmasından vazgeçildiği180, bildirildi. Kefilin daha önce verdiği senedin onaylandığı tarihte
kefalete karşılık gösterdiği emval-i gayrimenkule hala uhdesinde baki ve kıymet ve mahiyetine halel
gelmemişse, Vergi ve Tapu İdareleri’nden ,varakanın hususi sütununda beyan ve keza onaylanması
kararlaştırıldı. Kefil tüccardan ise, Vergi ve Tapu İdareleri’ne uğramasına gerek kalmayacak; hâlâ
servet ve ticarî itibarının olup-olmadığı, mensubu bulunduğu Ticaret Odası tarafından ve zikredilen
varaka üzerinde ayrıca açılmış hususi sütunda beyan ve onaylanacaktı. Yoklama sadeleştirilmesindeki
maksat, karşılaşılan güçlükleri ortadan kaldırmaktan ibaretti.
30 Mayıs 1916 tarihinde bir nizamname daha kabul ve ilan edildi181. Bundan sonra da, takrirlerin
Defter-i Hâkâni müdür ve memurları ile tapu memuru ve iki şahit huzurunda olacağı hükmü getirildi.
Böylece, Tapu Daireleri görev ve yetki bakımından bağımsız hale getirildi182. I. Dünya Savaşı’nın
sona ermesi, Millî Mücadele yılları ve Osmanlı Devleti’nin tasfiyesinden sonra tapu nizamına dair
yapılan önemli kanunî düzenlemelerden biri, emlâk-ı hümâyun’un millete bırakılmasıdır.
3 Mart 1924 tarih ve 431 Sayılı Hilâfet’in İlgası ve Osmanlı Hânedanı’nın Türkiye Dışına
Çıkartılmasına Dair Kanun’un 8. maddesinde, padişahların Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki
tapuya kayıtlı gayrimenkul mallarının millete intikal ettiği, açıklanmıştır. Aynı kanunun 10.
maddesinde, Emlâk-ı Hâkâniyye adı altında ve daha önce millete devredilen emlâkla beraber, mülga
padişahlığa ait bütün emlâk ve sâbık Hazine-i Hümâyun muhteviyatı ile saray ve kasırlarla, diğer bina
ve arazinin de millete ait olduğu ifade edilmiştir183.
Osmanlı Tapu Senetlerinin Yabancı Devletler Nezdinde Hukukî Değeri:
5 Aralık 1883’te İstanbul’daki Sırp Sefareti’nden Hariciye Nezareti’ne gönderilen bir takrirde,
o sırada Niş mahkemesi bir mâlik davası hakkında karar vermek üzere olduğundan şu sorulara cevap
aranıyordu: Osmanlı memurları tarafından verilen tapu senetleri, yalnız vergi emaneti tarafından
düzenlenen ve vergiye esas olan belgeler midir; yoksa, Osmanlı kanunları gereği bir mâlikin
tasarrufunu ispata yeterli delil sayılabilirler mi? 184. Bu soruya nasıl cevap verildiği bilinmemekle
beraber, özellikle I. Dünya Savaşı’ndan sonra Balkan hükümetlerinden Bâbıâli’ye gönderilen ve
otantisitesi hakkında bilgi istenilen Defter-i Hâkâni senetlerinin185 kayıtları incelenmiş, sahihlikleri
onaylanmış; bunların yalnız vergi için değil, mülkiyet hakkının ibrazı bakımından hukukî değerleri
yurt dışında da tescil edilmiştir.
62
1847’den sonra Defterhane-i Âmire tarafından tutulan araziyle ilgili defter ve belgeler, tavsifî
kadastro usulü kayıtlardır. Tahrir kayıtlarından farklı olmakla beraber, yeni döneme ait arazi atik
ve cedid defterleri, emlâk ve arazi yoklama defterleri, vakf-ı atîk ve cedîd defterlerinin tamamı,
yazılı kadastro usulünün gelişmiş birer modelidir189. Tahrir-i hendesî usulündeki ilk kadastro
çalışması 1270/1853-1854’de İstanbul’da yapılmış, Galata ve Beyoğlu bölgesinin kadastro haritaları
çıkartılmıştır. Aynı dönemde Hüdavendigâr vilayetinde kadastro çalışmalarına başlanmış; arazinin
geniş, mühendis sayısının az olması sebebiyle şehir haritasının çıkartılmasından bir ara vazgeçilmiştir.
1275/1858-1859’da tamamlanan kısmî bir kadastroyla, şehrin yalnız vakıflarının emlâk ve arazi
sınırlarını gösteren çizimlerle yetinilmiştir190.
1277/1860-1861 Tarihli İlk Kadastro Nizamnamesi ve Kadastro Vergisi:
Bursa’daki kadastro çalışmalarından sonra hükümet, tahdid ve tahrir-i emlâk işleri için Suphi
Paşa’yı görevlendirir. Suphi Paşa’nın gayretleri sonucu, 1277/1860-1861’de Osmanlı Devleti’nin
ilk Tahrir Nizamnamesi yayınlanmıştır191. Nizamname’de tahrir işleri 8 kısma ayrılmış; istihdam
edilecek muhammin ve muharrirler’in sayısı ile görevleri ve tahrir esnasında tutacakları defterler
açıklanmıştır192. Bundan sonra hükümet, bilhassa Balkanlar’da bölgesel kadastro çalışmaları yaptırır.
Ayrıca devlet, ülke genelinde tahrirlerin Hazine’ye yük getirmemesi için kadastro vergisi adı altında
bir vergi ihdas eder193. Arazi ihtilâfları dahil, muhtelif sebeplerle faydalanılmak üzere arazilerin
tapularıyla birlikte harita ve krokileri çıkartılır194. Mesela köy sınırlarıyla ilgili anlaşmazlıklar üzerine
Akyazı’ya bağlı bazı köylerde tahdit çalışması yapılmıştır195. Kasım-Aralık 1863’te Sayda eyaletine
tâbi beş sancağın tahrir ve ölçümüne başlanmış, tayin edilen memurların başarılı olamaması üzerine
bundan vazgeçilmiştir. Mayıs 1909’da Trabzon şehrinin kadastro usulünde bir haritasının hazırlanması
ve görevin belediye dairelerine verilmesi istenir196.
MODERN KADASTRO TEŞKİLATININ KURULUŞU ve GELİŞMESİ:
Tapu Tahrir Defterleri’nden Avrupa Usulü Kadastro’ya Geçiş:
Kadastro kelimesi genellikle, arazi hudutlarının ve tâbi olacakları vergilerin tesbiti ve kaydını
ifade eder. Türk-İslam devletlerinde tahrir, kanun gibi adlar altında arazilerin vasfı ve vergi gelirlerinin
tespiti ile defterlere kaydına dair yazılı kadastro usulüne, tavsif-i tahrir (discriptif cadastre)186denilir.
Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde bazı önemli araziler [H