B İ L D İ R İ L E R | Page 716

KONGRE BİLDİRİLERİ Osmanlı devri tarih ve kültürünün tabii mirasçısı olan Türkiye’nin arşivlerini modernleştirmesi ve araştırmacılara zorluk çıkaran değil, kolaylıklar sağlayan yaklaşımı, imparatorluk döneminde kazandığımız hoşgörü, tevazu, vakar ve azamet siyasetine tekrar sahip çıkmak olacaktır, görüşündeyim. Bugünlerde bazıları “Osmanlı geri mi geliyor?” tartışması yapıyor. Şüphesiz Osmanlı geri gelmiyor ve Osmanlı imparatorluğunun yeniden ihyâ edilme ihtimali yoktur. Çünkü tarihte bir olayı tekrar yaşamak mümkün değildir, eski deyimle tarih tekerrür etmez. Ama cumhuriyet baba ocağına dönüyor, diyebiliriz. Cumhuriyet dönemi yukarıda belirttiğimiz gibi esaslı bir çap küçültmedir. Yani Cumhuriyeti kuran nesil Osmanlı’nın heybetli ve evrensel iddialarından vazgeçmiştir. 1920’lerde Millî Mücadele başarıya ulaştığı sıralarda Osmanlı siyasetini sürdürmek maddeten de imkânsızdı. Bundan dolayı hilâfet başta olmak üzere cihanşümûl Osmanlı kurumları tasfiye edildi. Cumhuriyeti kuranlar manevî olarak da Osmanlı iddialarını devam ettirecek durumda değillerdi. Doksanüç mağlubiyetinden başlayarak, Trablusgarb, Balkan bozgunu ve en son Birinci dünya savaşında alınan yenilgiler moral değerleri sıfırlamıştı. Aydınların çoğu bağımsız bir devlet olarak ayakta kalabileceğimize dair inancını dahi yitirmişti. Batı’nın her alandaki üstünlüğü karşısında nefsine olan güveni kaybetmiş, aşağılık kompleksi içerisinde, pozitivist ve ateist bir eğitim sürecinden geçm iş cumhuriyet nesli çareyi geçmişi inkârda buldu ve redd-i miras etti. Osmanlıyı ve dinî değerleri hatırlatacak her şey yok sayıldı veya yok edilmeye çalışıldı1. Toplumu rasyonelleştirmek uğruna manevî değerler tahrip edildi. Sosyolojik gerçekler göz ardı edilerek toplumu laik reformlarla kısa sürede dönüştürmek faaliyetine girişildi ve bir nev-i şahsına münhasır insan tipi, bir homo cumhuriyetikus yetiştirilmeye çalışıldı. Yakın tarih bu çerçevede kurgulanarak Türk milletinin son 900 yıllık tarihi yok farz edildi. Orta Asya Türk tarihi efsaneleştirilmeye çalışıldı. Alman ırkçılığının etkisiyle orijinal bir Türk ırkı arayışına girişildi. Elmacık kemikleri çıkık, şakakları şöyle, çenesi böyle gibi Türk tipi tanımlanmaya çalışıldı. Zeki Velidî Togan Birinci Türk Kongresinde bu yapılanların gerçeklerle bağdaşmadığını izah etmeye çalışması bir işe yaramadı. Bu büyük tarihçi ve âlim Türkiye’den kaçmak zorunda kaldı. Çünkü yeni rejimin efendilerinin gerçeklere değil, methiyelere ihtiyacı vardı. İnanmayanlar Birinci Türk Tarih Kongresindeki bildirileri okusunlar. Devr-i dilârâyı demokraside insanlar okumaya, araştırmaya ve gerçekleri keşfetmeye başladılar. Okullarda verilen resmî tarih insanları tatmin etmedi ve sorular sorulmaya başlandı. 1945’lerden itibaren Atatürkçülük adı altında bir ideoloji inşa edilmeye başlandı. 1960 darbecileri bunu resmîleştirdiler. Bunun doğru olmadığını Atatürk’ün bir ideolog olmadığını her devlet kurucusunun illa bir ideoloji icad etmesi gerekmediğini söyleyenler cezalandırıldı. 2000’li yıllarda Türkiye’nin ekonomik bakımdan kalkınması, toplumun demokrasinin hazzını tatması ve aydınların seksen küsur yıldır sürdürülen paradigmayı sorgulamaya başlaması tarihe yeniden bakmayı gündeme getirdi. Bazı TV programları ve diziler Osmanlı tarihine karşı ilgiyi arttırdı. Eskiden tarihçilerin yazdıkları dar bir çevre içerisinde okunur ve bilinirdi. Oysa günümüzde uzman olmayan sıradan insanlar bile Osmanlı olgusunun farkına varmaya başladı. Yaşadığı çağı kendisine göre yorumlamış ve kendine göre bir sistem kurmuş olan Osmanlı imparatorluğu geniş bir coğrafya üzerinde uzun süre hüküm sürmüş ve 1453’lerden 1700’lere kadar 250 sene zirvede kalmış, bir süper güç olarak eski dünyanın belirleyici bir gücü olmuştu. Barış içerisinde bir dünya ideali ortaya koymuş, orijinal bir medeniyet nizamı meydana çıkmıştı. İmparatorluk coğrafyası içerisinde yer alan birbirinden farklı onlarca toplumu yüzlerce sene barış içerisinde yaşatabilmek kolay bir başarı değildi. 1 28 Mayıs 1927’de çıkarılan ve “Türkiye cumhuriyeti dahilinde bulunan bilumum mebanii resmiye ve milliye üzerindeki tuğra ve methiyelerin kaldırılması hakkında kanun” adını taşıyan 1057 sayılı kanun Osmanlı ve tarih düşmanlığının somut belgesi olup halen yürürlüktedir. Bu kanun gereğince Osmanlı dönemine ait pek çok kitabe kazınmış, eski yazılı kitaplar imha edilmiş ve pek çok padişah tuğrası kazınarak yerine T.C yazılmıştır. Bunlara en bariz örnek bugün İstanbul Üniversitesi’nin giriş kapısı olan eski Harbiye Nezareti’nin üstündeki T.C kısaltmasıdır. Evvelce bunun yerinde tuğra vardı. Altında eski yazı ile halen “Dâire-i umûr-i askeriye” ibaresi yer almaktadır. Aynı şekilde Çanakkale’deki Çimenlik kalesinde yer alan Sultan Abdülaziz’e ait tamir kitabeleri İngilizler tarafından değil, cumhuriyet dönemindeki işgüzar kimseler tarafından keski ile tek tek kazınmıştır. 702 Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Sonra kendisine Devleti-i Aliyye-i ebed-müddet diyen bu imparatorluk İslâm’ın ikinci yükselişiydi. Batı’nın sanayi devrimi ve topyekun üzerine çullanması karşısında direnememiş ve 150-200 yıl süren bir direnişten sonra yıkılmıştı. Cumhuriyet tahrip edilen muazzam Osmanlı çınarının köklerinden fışkırmış bir fidandı. Fakat o bu kökleri inkârdan geliyor ve redd-i miras ediyordu. Bu redd-i miras o raddeye vardı ki, Osmanlı devrinin tarihi ve kültürel mirası tamamen yok sayıldı. Bir benzetme yapacak olursak, Cumhuriyet baba ocağına küsmüş toy, cahil ve şuursuz bir delikanlıya benziyor. Babasına kızmış, onu gerici buluyor, onun dilini, kıyafetini, şiirini ve Osmanlı ağırbaşlılığını beğenmiyor. Çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmak gibi sığ bir ideali benimsemiş, Osmanlı atasının heybetli iddiaları ona ağır geliyor. Bu cihanşümûl ve heybetli iddialar ve gâyeler karşısında kendisini dedesinin paltosunu giymiş bir çocuk gibi hissediyor ve ürküyor. Kendisini çağdaş, ilerici, modern vs. gibi hiçbir değer ve kıymet ifade etmeyen sıfatlarla niteliyor. Kısacası bir kimlik bunalımı yaşıyor. Kendisine öğretilen karmakarışık ve çarpık tarih bilgisi kimliğini tanımlamaya yetmiyor. Bazen atalarının yaptıkları ile övünüyor, bazen de onu kötülüyor, yeri geliyor hakaret ediyor ve reddediyor. Ama onu başkaları daha iyi tanıyor. Fransa devlet başkanı De Gaulle ona, “Siz Bâki gibi şâirler yetiştirmiş bir milletsiniz” diyor. İngiltere başbakanı, “İngiltere ile Türkiye ortak yönlere sahiptir; ikisi de imparatorluk yönetmiş milletlerdir”, diyor. O ise kendini bir Yunanistan ve Bulgaristan gibi bir Balkan devleti zannediyor. 1987 yılında Başbakan olan rahmetli Turgut Özal, Yunanistan’ı ziyaret ediyordu. Protokol yemeğindeki konuşmasında, konuşma metninden bir paragrafı atladı. Atladığı paragrafta, Türkiye ve Yunanistan’ın ortak tarihî geçmişe sahip olduklarından ve ikisinin de Osmanlı İmparatorluğu’na karşı mücadele ederek bağımsızlığına kavuştuğundan söz ediliyordu. Özal bu paragrafı okumadı ama metin yabancı dillere çevrilmiş ve bütün dünya basınına dağıtılmıştı. Bu husus ziyaretin yapıldığı tarihlerdeki Tür k basınında yer aldı. Şüphesiz Özal, bu görüşü paylaşmıyordu ancak konuşma metnini hazırlayan dış işlerindeki danışmanlarının görüşü buydu! Yani Dışişleri Bakanlığındaki bürokrataydınlar Türkiye’yi Yunanistan gibi bir Balkan ülkesi olarak görmekteydiler2. Batı, Şark meselesi diyerek Osmanlı’nın uzun süren direnişini kırdı ve onu hasta adam ilan ederek moralini bozdu ve manevî olarak çökertti. Sonunda bu muazzam medeniyet çınarını tamamen tahrip etti. Fakat onun köklerinden bir dal fışkırmasına engel olamadı. Bu dal başlangıçta cılız görünüyor ve gelişme vaat etmiyordu. Ona, sen yepyeni bir ağaçsın dediler. O da 90 yıldır kendisini bir akasya zannediyor. Beslendiği kökleri araştırmaya yanaşmadı bile. Fakat bu ağaç gürleştikçe akasya olmadığının farkına varmaya başladı. Şimdi bu 90’ına yaklaşmış delikanlı kendisinin bir Balkan devleti olmadığını, akasya olmadığını, derinlere inen Osmanlı çınarının köklerinden beslendiğini anlamaya, Osmanlı atalarının muazzam mirasının tek varisinin kendisi olduğunu kavramaya başladı. Bir gün baba ocağına dönecek ve atasından kalan tarihî ve kültürel mirasa sahip çıkacak. Ekonomi tahsili gördüğü, ilim ve teknolojinin hikmetini öğrendiği için maddi meseleleri çözümlemesi zor olmayacak. Kendine güven kazandıktan sonra dünyaya yepyeni bir gözle bakacak. Dev bir çınar olmanın heyecanı ile güçlenen cumhuriyet çevresine gölge salmaya başladı. Bunun emareleri görülmeye başlandı. Ama önce çap küçültme döneminin zihniyetinden arınması gerekiyor. İttihat ve Terakki ile başlayan homojen bir toplum yaratma yanlışlığından vazgeçmek ve çevremizdeki toplumlarla iyi ilişkiler kurmak gerekiyor. İttihatçıların ortaya çıkardığı Ermeni meselesi ile Cumhuriyetin kendi yarattığı Kürt meselesini çözmek gerekiyor. Ermeni meselesinde İttihatçı çetenin yaptıklarının bütün Türk milletine mal edilmesinin yanlışlığını ortaya koymak lazım gelmektedir. Unutmayalım ki İttihatçılar seçimle işbaşına gelmediler. Enver Paşa’nın 23 Ocak 1913’te Bâbıâlî’yi basıp Sadarazam Kâmil Paşa’nın kafasına silah dayayarak istifa ettirmesinden sonra İttihat ve Terakki diktatörlüğü 2 Bu konuyu Tarihçi Gözüyle Olaylar ve Türkiye (Isparta 1999,s. 69) adlı kitabımda “Tarih Şuuru” başlığı altında makale olarak yazmıştım. Arşiv Dairesi Başkanlığı 703