KONGRE BİLDİRİLERİ
Osmanlı devri tarih ve kültürünün tabii mirasçısı olan Türkiye’nin arşivlerini modernleştirmesi
ve araştırmacılara zorluk çıkaran değil, kolaylıklar sağlayan yaklaşımı, imparatorluk döneminde
kazandığımız hoşgörü, tevazu, vakar ve azamet siyasetine tekrar sahip çıkmak olacaktır, görüşündeyim.
Bugünlerde bazıları “Osmanlı geri mi geliyor?” tartışması yapıyor. Şüphesiz Osmanlı geri
gelmiyor ve Osmanlı imparatorluğunun yeniden ihyâ edilme ihtimali yoktur. Çünkü tarihte bir olayı
tekrar yaşamak mümkün değildir, eski deyimle tarih tekerrür etmez. Ama cumhuriyet baba ocağına
dönüyor, diyebiliriz.
Cumhuriyet dönemi yukarıda belirttiğimiz gibi esaslı bir çap küçültmedir. Yani Cumhuriyeti
kuran nesil Osmanlı’nın heybetli ve evrensel iddialarından vazgeçmiştir. 1920’lerde Millî Mücadele
başarıya ulaştığı sıralarda Osmanlı siyasetini sürdürmek maddeten de imkânsızdı. Bundan dolayı
hilâfet başta olmak üzere cihanşümûl Osmanlı kurumları tasfiye edildi. Cumhuriyeti kuranlar manevî
olarak da Osmanlı iddialarını devam ettirecek durumda değillerdi. Doksanüç mağlubiyetinden
başlayarak, Trablusgarb, Balkan bozgunu ve en son Birinci dünya savaşında alınan yenilgiler moral
değerleri sıfırlamıştı. Aydınların çoğu bağımsız bir devlet olarak ayakta kalabileceğimize dair inancını
dahi yitirmişti. Batı’nın her alandaki üstünlüğü karşısında nefsine olan güveni kaybetmiş, aşağılık
kompleksi içerisinde, pozitivist ve ateist bir eğitim sürecinden geçm iş cumhuriyet nesli çareyi geçmişi
inkârda buldu ve redd-i miras etti.
Osmanlıyı ve dinî değerleri hatırlatacak her şey yok sayıldı veya yok edilmeye çalışıldı1.
Toplumu rasyonelleştirmek uğruna manevî değerler tahrip edildi. Sosyolojik gerçekler göz ardı edilerek
toplumu laik reformlarla kısa sürede dönüştürmek faaliyetine girişildi ve bir nev-i şahsına münhasır
insan tipi, bir homo cumhuriyetikus yetiştirilmeye çalışıldı. Yakın tarih bu çerçevede kurgulanarak
Türk milletinin son 900 yıllık tarihi yok farz edildi. Orta Asya Türk tarihi efsaneleştirilmeye çalışıldı.
Alman ırkçılığının etkisiyle orijinal bir Türk ırkı arayışına girişildi. Elmacık kemikleri çıkık, şakakları
şöyle, çenesi böyle gibi Türk tipi tanımlanmaya çalışıldı. Zeki Velidî Togan Birinci Türk Kongresinde
bu yapılanların gerçeklerle bağdaşmadığını izah etmeye çalışması bir işe yaramadı. Bu büyük tarihçi
ve âlim Türkiye’den kaçmak zorunda kaldı. Çünkü yeni rejimin efendilerinin gerçeklere değil,
methiyelere ihtiyacı vardı. İnanmayanlar Birinci Türk Tarih Kongresindeki bildirileri okusunlar.
Devr-i dilârâyı demokraside insanlar okumaya, araştırmaya ve gerçekleri keşfetmeye başladılar.
Okullarda verilen resmî tarih insanları tatmin etmedi ve sorular sorulmaya başlandı. 1945’lerden itibaren
Atatürkçülük adı altında bir ideoloji inşa edilmeye başlandı. 1960 darbecileri bunu resmîleştirdiler.
Bunun doğru olmadığını Atatürk’ün bir ideolog olmadığını her devlet kurucusunun illa bir ideoloji
icad etmesi gerekmediğini söyleyenler cezalandırıldı.
2000’li yıllarda Türkiye’nin ekonomik bakımdan kalkınması, toplumun demokrasinin hazzını
tatması ve aydınların seksen küsur yıldır sürdürülen paradigmayı sorgulamaya başlaması tarihe
yeniden bakmayı gündeme getirdi. Bazı TV programları ve diziler Osmanlı tarihine karşı ilgiyi
arttırdı. Eskiden tarihçilerin yazdıkları dar bir çevre içerisinde okunur ve bilinirdi. Oysa günümüzde
uzman olmayan sıradan insanlar bile Osmanlı olgusunun farkına varmaya başladı. Yaşadığı çağı
kendisine göre yorumlamış ve kendine göre bir sistem kurmuş olan Osmanlı imparatorluğu geniş bir
coğrafya üzerinde uzun süre hüküm sürmüş ve 1453’lerden 1700’lere kadar 250 sene zirvede kalmış,
bir süper güç olarak eski dünyanın belirleyici bir gücü olmuştu. Barış içerisinde bir dünya ideali ortaya
koymuş, orijinal bir medeniyet nizamı meydana çıkmıştı. İmparatorluk coğrafyası içerisinde yer alan
birbirinden farklı onlarca toplumu yüzlerce sene barış içerisinde yaşatabilmek kolay bir başarı değildi.
1 28 Mayıs 1927’de çıkarılan ve “Türkiye cumhuriyeti dahilinde bulunan bilumum mebanii resmiye ve milliye üzerindeki tuğra ve methiyelerin
kaldırılması hakkında kanun” adını taşıyan 1057 sayılı kanun Osmanlı ve tarih düşmanlığının somut belgesi olup halen yürürlüktedir. Bu kanun
gereğince Osmanlı dönemine ait pek çok kitabe kazınmış, eski yazılı kitaplar imha edilmiş ve pek çok padişah tuğrası kazınarak yerine T.C
yazılmıştır. Bunlara en bariz örnek bugün İstanbul Üniversitesi’nin giriş kapısı olan eski Harbiye Nezareti’nin üstündeki T.C kısaltmasıdır.
Evvelce bunun yerinde tuğra vardı. Altında eski yazı ile halen “Dâire-i umûr-i askeriye” ibaresi yer almaktadır. Aynı şekilde Çanakkale’deki
Çimenlik kalesinde yer alan Sultan Abdülaziz’e ait tamir kitabeleri İngilizler tarafından değil, cumhuriyet dönemindeki işgüzar kimseler
tarafından keski ile tek tek kazınmıştır.
702
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
Sonra kendisine Devleti-i Aliyye-i ebed-müddet diyen bu imparatorluk İslâm’ın ikinci yükselişiydi.
Batı’nın sanayi devrimi ve topyekun üzerine çullanması karşısında direnememiş ve 150-200 yıl süren
bir direnişten sonra yıkılmıştı.
Cumhuriyet tahrip edilen muazzam Osmanlı çınarının köklerinden fışkırmış bir fidandı. Fakat
o bu kökleri inkârdan geliyor ve redd-i miras ediyordu. Bu redd-i miras o raddeye vardı ki, Osmanlı
devrinin tarihi ve kültürel mirası tamamen yok sayıldı. Bir benzetme yapacak olursak, Cumhuriyet baba
ocağına küsmüş toy, cahil ve şuursuz bir delikanlıya benziyor. Babasına kızmış, onu gerici buluyor,
onun dilini, kıyafetini, şiirini ve Osmanlı ağırbaşlılığını beğenmiyor. Çağdaş uygarlık seviyesinin
üstüne çıkmak gibi sığ bir ideali benimsemiş, Osmanlı atasının heybetli iddiaları ona ağır geliyor. Bu
cihanşümûl ve heybetli iddialar ve gâyeler karşısında kendisini dedesinin paltosunu giymiş bir çocuk
gibi hissediyor ve ürküyor. Kendisini çağdaş, ilerici, modern vs. gibi hiçbir değer ve kıymet ifade
etmeyen sıfatlarla niteliyor. Kısacası bir kimlik bunalımı yaşıyor. Kendisine öğretilen karmakarışık ve
çarpık tarih bilgisi kimliğini tanımlamaya yetmiyor. Bazen atalarının yaptıkları ile övünüyor, bazen de
onu kötülüyor, yeri geliyor hakaret ediyor ve reddediyor.
Ama onu başkaları daha iyi tanıyor. Fransa devlet başkanı De Gaulle ona, “Siz Bâki gibi şâirler
yetiştirmiş bir milletsiniz” diyor. İngiltere başbakanı, “İngiltere ile Türkiye ortak yönlere sahiptir; ikisi
de imparatorluk yönetmiş milletlerdir”, diyor. O ise kendini bir Yunanistan ve Bulgaristan gibi bir
Balkan devleti zannediyor.
1987 yılında Başbakan olan rahmetli Turgut Özal, Yunanistan’ı ziyaret ediyordu. Protokol
yemeğindeki konuşmasında, konuşma metninden bir paragrafı atladı. Atladığı paragrafta, Türkiye
ve Yunanistan’ın ortak tarihî geçmişe sahip olduklarından ve ikisinin de Osmanlı İmparatorluğu’na
karşı mücadele ederek bağımsızlığına kavuştuğundan söz ediliyordu. Özal bu paragrafı okumadı ama
metin yabancı dillere çevrilmiş ve bütün dünya basınına dağıtılmıştı. Bu husus ziyaretin yapıldığı
tarihlerdeki Tür k basınında yer aldı. Şüphesiz Özal, bu görüşü paylaşmıyordu ancak konuşma metnini
hazırlayan dış işlerindeki danışmanlarının görüşü buydu! Yani Dışişleri Bakanlığındaki bürokrataydınlar Türkiye’yi Yunanistan gibi bir Balkan ülkesi olarak görmekteydiler2.
Batı, Şark meselesi diyerek Osmanlı’nın uzun süren direnişini kırdı ve onu hasta adam ilan ederek
moralini bozdu ve manevî olarak çökertti. Sonunda bu muazzam medeniyet çınarını tamamen tahrip
etti. Fakat onun köklerinden bir dal fışkırmasına engel olamadı. Bu dal başlangıçta cılız görünüyor
ve gelişme vaat etmiyordu. Ona, sen yepyeni bir ağaçsın dediler. O da 90 yıldır kendisini bir akasya
zannediyor. Beslendiği kökleri araştırmaya yanaşmadı bile. Fakat bu ağaç gürleştikçe akasya
olmadığının farkına varmaya başladı.
Şimdi bu 90’ına yaklaşmış delikanlı kendisinin bir Balkan devleti olmadığını, akasya olmadığını,
derinlere inen Osmanlı çınarının köklerinden beslendiğini anlamaya, Osmanlı atalarının muazzam
mirasının tek varisinin kendisi olduğunu kavramaya başladı. Bir gün baba ocağına dönecek ve
atasından kalan tarihî ve kültürel mirasa sahip çıkacak. Ekonomi tahsili gördüğü, ilim ve teknolojinin
hikmetini öğrendiği için maddi meseleleri çözümlemesi zor olmayacak. Kendine güven kazandıktan
sonra dünyaya yepyeni bir gözle bakacak. Dev bir çınar olmanın heyecanı ile güçlenen cumhuriyet
çevresine gölge salmaya başladı. Bunun emareleri görülmeye başlandı.
Ama önce çap küçültme döneminin zihniyetinden arınması gerekiyor. İttihat ve Terakki ile
başlayan homojen bir toplum yaratma yanlışlığından vazgeçmek ve çevremizdeki toplumlarla iyi
ilişkiler kurmak gerekiyor. İttihatçıların ortaya çıkardığı Ermeni meselesi ile Cumhuriyetin kendi
yarattığı Kürt meselesini çözmek gerekiyor. Ermeni meselesinde İttihatçı çetenin yaptıklarının bütün
Türk milletine mal edilmesinin yanlışlığını ortaya koymak lazım gelmektedir. Unutmayalım ki
İttihatçılar seçimle işbaşına gelmediler. Enver Paşa’nın 23 Ocak 1913’te Bâbıâlî’yi basıp Sadarazam
Kâmil Paşa’nın kafasına silah dayayarak istifa ettirmesinden sonra İttihat ve Terakki diktatörlüğü
2 Bu konuyu Tarihçi Gözüyle Olaylar ve Türkiye (Isparta 1999,s. 69) adlı kitabımda “Tarih Şuuru” başlığı altında makale olarak yazmıştım.
Arşiv Dairesi Başkanlığı
703