KONGRE BİLDİRİLERİ
242
İki vergi kaydında yer alan yerleşim birimi türlerine ilişkin inceleme de yine bu görüşün varlığını
ortaya koymaktadır. İlk adım olarak bölgenin ekonomik gücünü temsil eden şehirlerin defterde ne
şekilde yer aldıkları hususunu gözden geçirdim. Defterde beklemediğim kadar çok sayıda; 17 adet
şehrin bulunduğunu tespit ettim.7 Bunlardan 13’ü üzerinde hak iddia edilen topraklar arasında yer
almaktadırlar. Buraları daha ziyade vergiye bağlanmaları mümkün olmayan, sınırdan uzak topraklar
üzerinde yer alan yerleşim birimleriydi ve Osmanlı muharrirleri tarafından sadece ismen bilinen yerlerdi.
Bunun yanı sıra üzerlerinde hak iddia edilen bölgeler içinde sınıra yakın konumda bulunan birkaç şehir
ise defterde köy olarak anılmaktadır. Her iki durum da Osmanlıların bölge hakkında doğrudan bilgi
sahibi olmadıklarını göstermektedir. Buna göre demek ki 1579’da Osmanlı İmparatorluğu’nun en batı
kısmında yer alan yönetim biriminin bir kısmı sadece askerî sınırların değil vergilendirme sınırlarının
da dışına çıkmış, Osmanlı kamu yönetimiyle bağlantısı yalnızca kağıt üzerinde kalmıştır. Söz konusu
bölgenin belirlenmesi ve defterde yer alan verilerin doğru olarak değerlendirilebilmesi ancak Macar
kaynağından yararlanmak suretiyle mümkün olabilir.
Her iki kaynak türünde yer alan mezraların karşılaştırılması ilginç ve söz konusu durumda
özellikle Hıristiyan kayıtlarının kaynak değeri ile veri içeriği bağlamında öğretici olabilecek bir sonuç
ortaya koymuştur. Defterde yer alan 10 gerçek mezraya karşın genelde Hıristiyan kayıtları da yerleşim
birimleri için Latince deserta terimi kullanmakta ve bu terim birebir olarak çevrildiğinde karşılığı aynı
şekilde yine ahalisi olmayan yer anlamına gelmekte, ancak defterden de anlaşılacağı üzere, birçok
kez meskun mahalleri kapsamaktadır. Araştırmalarım sırasında daha önceleri meskun olmadıklarını
düşündüğümüz ancak sakinlerini tahrir defterinin ilk bölümünden isimleriyle tanıdığımız benzer türde
39 adet yerleşim birimi tespit ettim. Söz konusu 39 yerleşim biriminin Osmanlılara verilmek üzere tespit
edilmiş vergileri hakkındaki araştırmam sonucunda da yine bazı ilginç sonuçlara ulaştım. Buna göre
100 akçelik en düşük vergi tutarıyla ancak 3 yerleşim biriminin adı anılırken diğer 12 köyden 120-750
akçelik gelir elde edilmesi beklenmekteydi. Zigetvar beyinin görevlileri 26 yerleşim biriminden ise
1000-7000 akçe arasında vergi toplamayı düşünmekteydiler. Demek oluyor ki Macar kaynağına göre
mezraa olarak varsayılan bu yerlerin büyük bir kısmı, söz konusu vergi yükünü kaldırma kapasitesi
açısından elverişli hatta gerektiğinden de elverişli sayılmaktaydı. Bu örnek bize sınır boyunda yer alan
bazı yerleşim birimlerinin nüfusunun Macar kaynağına değil de ancak tahrir defterlerine başvurmak
suretiyle tam olarak tespit edilebileceğini açık bir biçimde göstermektedir.
Buraya kadar anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere ikili egemenliğin etkisi altında bulunan bölgelere
ilişkin kaynaklar birbirlerindeki eksikleri tamamlamakta, kesin olmayan bilgileri kesinleştirmekte ve
birbirlerini açıklamaktadırlar. Şimdi sunacağım örnek doğrultusunda karşılaştığım çelişkilerin nedenini
izah etmeye çalışacağım. Hem Macar hem de Türk kayıtlarında zikredilen köylerle ilgili olarak söz
konusu bölgedeki hangi köylerin en büyük yerleşim birimi oldukları, hangi köylerin en çok nüfusu
barındırdıkları veya ekonomik bakımdan vergi ödemeye en elverişli durumdaki yerleşim birimleri
oldukları sorusuna karşılık aradığımda çelişkili yanıtlarla karşılaştım. Macar kaynağında herhangi bir
yerleşim biriminde birim vergi miktarı yüksek olduysa aynı yerleşim birimi için tahrir defterindeki
hane sayısının genelde düşük kaydedildiği tespit edilebildi. Söz konusu belgelerde bu olgunun tersine
de pek çok kez rastlanmaktadır. Sınır bölgesine ilişkin kayıtlardaki eksikliklerin ötesinde vergi
mükellefleri sayısının böylesine birbiriyle çelişkili farklılıklar göstermesi ikili egemenliğin hüküm
sürdüğü bölgelerde kuşkusuz iki devletin söz konusu kayıtların hazırlandıkları tarihler itibariyle bu
bölgelerde ne ölçüde etkin olduklarını ortaya koymaktadır. Bu egemenlik mücadelesinde varılan uç
noktalarını ilk iki örnekte görebildik. Hıristiyan tarafına tam vergi öderken Türk tarafına hiçbir vergi
ödemeyen buna karşın yine de defterde yer alan; başka bir deyişle nüfusları Osmanlılar tarafından kayda
geçirilmemiş olan, üzerlerinde hak iddia edilen yerleşim birimleri bir grup içinde yer alıyor. Diğer
grup içinde ise Macar kaynağında, ahalisi olmayan yer (deserta) olarak kayda geçen ancak defterde
yüksek vergi miktarları ve nüfusla karşımıza çıkan bölgeler bulunmaktadır. Macar kayıt görevlisi
bu bölgelerde mükelleflerin, muhtemelen vergi ödememek için kaçıp saklanmalarından dolayı vergi
mükellefi bulamamış veya güvenlikli bir ortam bulunmadığından dolayı bölgeye gitmekten çekinmiş
ve hiçbir değerlendirme girişiminde bulunmamıştı. İki uç arasında gidip gelen bölgedeki her bir
yerleşim biriminin kendisini vergilendiren bu iki güçle de kendine özgü bir yaşanmışlığı, mücadelesi
ve uzlaşma yöntemi vardı. Ne zaman hangi tarafa doğru meyledeceği söz konusu yerleşim biriminin
bulunduğu coğrafi çevreye, Macar ve Türk mülk sahibinin askeri gücüne ve sürekli olarak değişmekte
olan vergilendirme sınırına göre coğrafi bakımdan nerede yer aldığına bağlıydı.
Makalemin başında da sözünü ettiğim defter serilerinin mevcut olmadığından dolayı Osmanlı
İmparatorluğu’nun batı sınır boylarındaki bölgelerde meydana gelen değişikliklerin ortaya konulması
oldukça güçtür. Sürekli değişikliğe uğrayan vergilendirme sınırının araştırılması ise doğruyu söylemek
gerekirse kesinlikle olanaksızdır. Zigetvar sancağının 1569 yılına ait kayıp durumdaki tahrir defteriyle
1579 yılına ait tahrir defterinin hazırlanışı arasındaki zaman dilimi hakkında Türk kaynaklarını temel
almak suretiyle Osmanlı vergi sistemine henüz yeni dahil edilmiş yerleşim birimlerine ilişkin hiçbir
bilgi elde edememekteyiz. Tımar defterleri ve tımar ruznamçeleri yine aynı şekilde yalnızca tahrir
defterlerinde yer alan yerlerin tımar sahiplerini zikretmektedir. Bu sorunun çözümü konusunda da
bize yine Hıristiyanlar tarafından tutulan kayıtlar yardımcı olabilirler. Genelde 2-3 yılda bir hazırlanan
Macar kaynakları serisi söz konusu ara dönem içinde Osmanlılara henüz yeni vergi vermek zorunda
bırakılmış yerleşim birimlerinin harita üzerindeki yerlerinin tespiti ile sürekli olarak değişen
vergilendirme sınırının belirlenmesine olanak sağlamaktadırlar.
1566’dan sonradan kalma Macar kaynağındaki veriler, seferler sırasında ciddî anlamda zarar
gördükleri belgelerle de kanıtlanabilen bölgedeki yerleşim birimlerinin nispeten hızlı bir biçimde
yeniden canlılıklarına kavuştuklarını göstermektedir Bununla birlikte söz konusu bu süreç Kanije
nahiyesi topraklarında henüz Türk vergilendirme sisteminin ortaya çıkışıyla eşzamanlı olarak gelişen
bir süreç değildi. Türk ordusunun pek çok aşamanın ardından ulaşmış olduğu büyük çaplı hakimiyetin
tesisi ancak 1576 yılından itibaren gözlenebilir hale gelmiştir.
- 1574–75 yıllarında hedef bölgenin vergilendirme hazırlıkları kapsamında araştırmakta olduğum
bölgeye bir dizi yağma seferi yapılmış olup Hıristiyan kaynağında karşılaştığımız yakılıp yıkılan
yerlerin sayısındaki artış da bu durumu kanıtlamaktadır. Adı geçen safhalar bunlardı:
- 1576’da bölgeye giden güzergahı koruyan Kanije’nin girişinde yer alan muhafız evlerinin
(çardak) tahrip edilmesi sonucunda göze kestirilen bölgelere giden yol da açılmış oluyordu. Bu olayın
ardından daha sonraları nahiye olan bölgenin giderek daha geniş bir bölümü kendini Türklerin vergi
mükellefi olarak adlandırmaya başladı. Buraların oranı 1574’te %11, 1576’da %52, 1578’de %75’leri
bulmuştu.8 Yeni mufassal defterinin hazırlanmasına ilişkin olarak padişah tarafından verilen talimat
üzerine, 9 olay yeri teftişleri ve yıldırılıp sindirilen halk heyetlerinden alınan bilgiler doğrultusunda
-210 durumla ilgili olarak- sözü edilen yerlere ilişkin verginin götürü usulü olarak belirlenmesine
her halükarda karar verilmişti. Bu yerler birkaç istisna dışında 1579 yılına ait tahrir defterinin daha
önce sözünü etmiş olduğum birinci bölümünde kayda geçirilmiştir. Buna göre defterin başlangıç
bölümü bünyesinde pek çok yıl öncesinde vergilendirilmiş olan yerlerin ad listesi ile ekonomik açıdan
taşıyabileceği vergi yükü kapasitelerini de barındırmaktaydı. Neredeyse istisnasız bir biçimde tümü
de yuvarlak rakamlarla sonuçlandırılan vergi tutarları büyük bir olasılıkla halkla yapılan bir pazarlık
sonucunda ortaya çıktıklarından dolayı artık yerleşim birimleri arasında tahmine (ber vech-i tahmin)
dayalı olarak vergilendirilecek olanlara rastlanılmadığı gibi vergi türleri de defterde ayrıntılı olarak
açıklanmak suretiyle yer almamaktadır.
7 Géza Dávid, Hódoltsági városaink és népességszámuk alakulása a 16. században. Gazdaságtörténet – könyvtártörténet. Emlékkönyv Berlász
Jenő 90. születésnapjára. Szerk. János Buza. Budapest. 2001. 103–114.
8 Éva Szepesiné Simon, Ottoman expansion in Zala county in the second half of the 16th century: A comparative analysis of a tahrîr defteri –
opportunities and lessons. http://doktori.btk.elte.hu/hist/szepesinesimoneva/thesis.pdf (24.08.2012.)
9 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Mühimme defteri 36. fol. 253. No. 666.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
Arşiv Dairesi Başkanlığı
243