KONGRE BİLDİRİLERİ
Bu durumu inceleyen Şurây-i Devlet, bu konuyu şöyle bir karara bağlamıştır:
‘Dairece müdâvele-i efkâr olundukta, işbu iki kısım arâziden ahâlinin tasarrufunda bulunanların
mahallince yoklaması, icrâ ve ber mucib-i mazbata senedâtının i’tası ve ma’adasının yere ve zarureti
olanlara usul ve kaide-i mer’iyyesine ve kanununa tevfîken, bedel-i takdiriyle tafvîzi münâsib olub,
ancak Sayfî denilen arâziden, ahâlinin taht-ı tasarrufunda zuhur edecek mahaller için iki kat bedel
ahzı gösteriliyor ise de, arâzi-i Sayfîyye’nin Mîrî’ye ait olduğu beyân olunmasıyla bunda kaide-i
ahâlinin tasarrufunda bir şey olmamak lazım gelerek bulunduğu surette dahi o arâzi vaktiyle bir akçe
mükabilinde edinilmiş olduğu ve komisyonun mutalaası vecihle iki kat bedel ahzı mükerrer demek
olacağı cihetle suda’ ve şikâyâtı mûcib olacağından, tedkikâtı muktazaya icrâsı ile ahâli uhdesinde
bulunan arâzi-i Sayfîyye’ye dahi arâzi-i Matariyye misillü muamele olunarak yani münâsib bir
bedel takdir edilerek senetlerinin öşürlü arâzi senedâtına tebdîli icâb-ı mevki’ ve maslahata muvâfık
görünmüş’ olduğunu beyan ederek, bu tür arâzi sahiplerinin ihtiyaç duydukları yerleri ellerinde
bırakılması, ihtiyaçlarından fazla kalan toprakları da müzâyede yolu ile taliplerine ihale edilmesi
yolunda Musul ve Bağdat valiliklerine tebligat yapılmıştır.13
Irak Vilayetlerinde, 1865 senesinde çıkarılan toprak Layihası hükümleri üzerine yapılan
tapulaştırma, toprakların iltizam ve emanet suretiyle ihaleye verilip işletilmesi daha sonraki dönemlerde
de temel alınarak uygulanmaya konulmuştur.
Bu tarihten sonra, toprak ihalelerinde ortaya çıkan sıkıntılar ve mîrî topraklar üzerinde hak iddia
etme davaları da zaman zaman devam etmiştir. Ancak 1892 senesinde Bağdat valiliğine gönderilen bir
yazı ile mîrî topraklar ile ilgili hak iddia etme davalarının artık kabul edilmemesi talep edilmiştir.14
V-YABANCILARIN MÜLK EDİNME SORUNU;
Kırsal kesimde yukarıdaki sorunlar yaşanır iken, Irak vilayetlerinin şehirleri ve ticaret
merkezlerinde de farklı bir mülkiyet sorunu ortaya çıkmaya başlamıştır. O da yabancı tebaasına
geçmiş olan Osmanlı gayr-i Müslim tüccarların mülk edinme sorunu idi.
Bilindiği gibi, 19.yüzyılda Irak vilayetleri üzerinden Doğu-Batı ticareti büyük bir ivme kazanmıştır.
Yabancı tüccarlara sağlanan imtiyazlardan yararlanmak ve aynı zamanda cizye vergisinden kurtulmak
isteyen Osmanlı tebaası gayr-i Müslim tüccarlar, Osmanlı Devleti’nin her yerinde olduğu gibi, Irak
vilayetlerinde de giderek nüfuzları artan İngiltere ve Fransa gibi devletlerin tabiyetine geçmeye
başlamışlardır.
Bu durumdan rahatsız olan Bağdat valiliği, 1840 senesinde, Bağdat’ta bulunan İngiltere ve Fransa
konsoloslarından, himayelerinde bulunan Osmanlı tebaası gayr-i Müslim tüccarların isimlerini talep
etmiştir.Bunun üzerine İngiltere Konsolosu, himayelerinde bulunan tüccar, sarraf, simsar, mahzenci,
kapıcı ve kâtip gibi mesleklere mensup 15 Yahudi, 14 Hıristiyan ve 2 Ermeni’nin yanı sıra hamalbaşı,
vekil ve özel hizmetçi olarak konsoloslukta istihdam edilen 4 Müslüman ile birlikte toplam 35 kişinin
isimlerini, Fransız konsolosluğu ise aynı konu ile ilgili yazmış olduğu raporda, 2’si Ermeni, 3’ü
Katolik Ermeni, 5’i Keldani, 3’ü Süryani ve 4’ü de Yahudi taifelerinden olmak üzere toplam 17 sarraf
ve tüccarın ismini bildirmiştir.15
13 BOA, Şur.Dv, 3149, 24Ağustus1297 (1878).
14 Bu konu ile alakalı 1892 senesinde Şuray-ı Devlet tarafından Meclis-i Vükela’ya gönderilen bir yazıda; ‘ hıtta-i Irakıyye’de cânib-i
Mîrî’den mazbut olarak her sene icâr-u müzâraâ suretiyle tâliplerine ziraat ettirilmekte bulunan arâzi hakkında vuku bulacak hak arama
davasına bakılmaması’ talep edilmiştir. BOA, Şur.Dev, 5645, 16 Zi’l-hicce 1309(1892).
15 BOA, İ.Mes.Müh, 1840, 28 Ramazan 1257(1840).
136
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
Bu bilgiler üzerine, 1840 senesinde Bağdat valiliği, İstanbul’a göndermiş olduğu bir yazıda;
‘bunlar Bağdat’ın muteber tüccâr-ü sarraf’tan’ oldukları ve bunların ‘merâmları ve himaye edenin
dahi’ maksadının belli olduğunu dile getirmiş ancak bunların bu halde bırakılmaları kabul edilemez ise
de burada bunların Osmanlı tabiiyetine geri alınmaları da mümkün olamayacağından, bu hususta ne
tür tedbir alacakları konusunda acilen kendilerine gereken talimatın verilmesi talebinde bulunmuştur.16
Irak Yahudileri arasında, İran’dan göç edenler de bulunmaktaydı. Zira bunların bir kısmı Osmanlı
tebaası Yahudiler ile evlenip Osmanlı tabiiyetine 20-30 seneden beri geçmiş olmalarına rağmen
Bağdat’ta bulunan İran Maslahatgüzarına sığınıp, kendilerinin İran tebaası oldukları halde, Osmanlı
Devleti’nin kendilerinden cizye talep etmesini kabul etmeyerek, İran devletinden haklarının korunması
talebinde bulunmuşlardır.17
Osmanlı Devleti, 1847 senesinde bu konu ile ilgili Bağdat valiliğine göndermiş olduğu bir yazıda,
bunların Osmanlı tebaas ā