Addictive - Sayı 1 sayi1_dijital | Page 8

RÖPORTAJ RÖPORTAJ HALUK SİCİMOĞLU İLE ADHERE’DA BULUŞTUK Addictive: Ajans yönetmekle ajans- ta çalışmanın farkı nedir? Ajans yönetmek daha zor bir iş. Bütün bu değişik egolarla, değişik bakış açılarını takımlaştırmak, birbirleriyle yakın çalışmalarını sağlayabilmek... Çok çabuk silolar oluşabiliyor, yaratıcılar sadece yara- tıcı yönetmenle, stratejistler sadece strateji direktörüyle, müşteri tem- silcileri sadece müşteri ilişkileri yö- neticisiyle konuşabiliyorlar. Önemli olan duvarları yıkmak. Ajans ne kadar büyürse büyüsün bunun sis- temini başından kurmak, o yatay yapıyı bozmadan yapmak gerekir. Bunun da çözümleri var; brand te- am’ler (marka ekipleri) oluşturabi- lirsiniz. Ajans için rekabet önemli, samimiyet de öyle. Aynı zamanda yatay yapıyı ajansın içerisinde de sağlıklı bir rekabetle dengelemek gerekiyor. Bütün bunlar kolay şey- ler değil. Ajansta çalışmaksa ke- yifli. Sadece insanların şunu öğ- renmesini ben çok arzu ediyorum; bu iş yalnız başına yapılacak bir iş değil. Ne stratejist tek başına stra- teji belirleyebilir ne kreatif tek ba- şına bir çözüm üretebilir ne de bir işin daha çağa uygun dijital taraf- ta çalışan bir insanı ATL’e tepeden bakarak bunlar çağ dışı diyerek bir yere varabilir. Hâlâ TV reklamcılığı yapmak zorunda olan reklamcılar da dijitale “dijital de neymiş, bunlar zibidiler!” gözüyle bakamaz. Herke- si bir arada çalıştıracak, aynı ama- ca yöneltecek bir şey lazım. Bunun için de ajansın varoluş nedenini iyi belirlemesi gerekiyor; “It is just ano- ther agency in the ocean.” durumu yaşatmamak lazım. Kural koyan ajanslar var, kuralı 8 uygulayan ajanslar var, kuralları takmayan ajanslar var. Kuralları takmayan ajanslar ileride kural ko- yan ajanslara dönüşüyor. Ama bu- gün bütün ajanslar “Stratejimiz iyi olsun, kreatifimiz iyi olsun, gelece- ğe hazırlanalım, biz de dijitale yatı- rım yapalım.” diyor. İşte herkes aynı kurallara göre oynayabiliyor. Ama bir ajans çıkıyor, “Önemli olan de- neyim yaratmaktır, başka da hiçbir şey önemli değildir.” deyip Japon- ya’da şimdiye kadar hiçbir şekilde mağdur durumda olan insanlar için bağış toplanamazken gidip Af- rikalı çocukların oyuncaklarını ve halkın askerlerden kaçarken kul- landıkları radyoları alıyor. Oyun- cakları aynı Barbie bebek gibi pa- ketliyor, radyoyu da elektronik cihaz gibi paketliyor. Hepsinin arkasına hikayelerini yazıyor. Daha sonra Tokyo’da Ginzo’da bir tane pub store açıyor ve ürünleri sergiliyor. Japonya’da bağışlar hiç olmadığı kadar artıyor. Bu fikri bulmak lazım. Önemli olan insanların unutmayacakları bir deneyim yaratmak. A: Reklam ajanslarının artık rek- lamları “vur patlasın çal oynasın” havasında yaptığından bahsetti- niz. Bu sadece ülkemizde mi böyle yoksa yurt dışında da böyle mi? Tüm dünyada reklam sektörü bi- raz zorlanıyor. Önemli olan sami- miyeti bulmak ve kendinle dalga geçebilmek. Louis Vuitton’a baka- lım mesela; ürününü ön plana çı- kartmıyor. Yolculuğun, seyahate çıkmanın insanların hayatına ne büyük değişimler yaratabileceğin- den bahsediyor ama orada gizli bir yerlerde LV duruyor. Ya da Old Spice reklamlarına bakarsanız bir taraftan erkeksi kişiliğini koruyor, bir taraftan da onunla dalga geçi- yor. Bu dengeyi bulabilmek önemli. Kendini ciddiye almayan markalar yaratılabilmeli. Reklamcılık içerik y a r a t m a k t ı r. Söylenceler yarat - maktır. Söy - lence - nin köke- nine inelim. İnsanlar hayatta anlam veremedikleri şeylere, onları anlamak için hikayeler uydururlar. Birbirlerine hikayeler anlatırlar. Böylece o efsa- neler kültürlere ışık tutar ve onları genç nesillere aktarır. İnsanların kendi kendilerine karar vereme- dikleri, hayata karşı bir bakış açısı oluşturamadıkları dönemde söy- lenceler devreye girer; onun için roman okur, film seyrederiz. Rek- lamcının da aynı felsefeyi benimsemesi gere- kiyor. Biz akıl hocasıy ız , yol göste- riciyiz. Aynı za - ma n- da da sıradan in- sanlarız. Hem hayatın içinde olup hem de insanla- ra yol göstermeliyiz. Tüke- tici lafını da ortadan kaldırmak lazım. Allah tüketici diye bir şey yaratmamıştır. İnsan yaratmış- tır. İnsanlar da markalar ara- sında tercih yaparlar. Bu yüzden duygularıyla, hayalleriyle, yaşadık- ları günlük sıkıntılarıyla, kafa karı- şıklıklarıyla insanı odağa koyarsa- nız iyi hikayeler anlatır ve başarılı olursunuz. A: Nöro pazarlama yöntemiyle ar- tık herkesin ne düşündüğünü bil- diğimize göre reklamcılık sizce daha kolay mı olacak artık tüketi- cinin ne düşündüğünü biliyoruz bu işleri daha da kolaylaştıracak mı? Nöro-bilim tek başına çare ola- maz. Bugün nöro testler yapılıyor ama o da çok yüzeysel ve somut tarafları ilgilendiriyor. Guinness’in yaptığı bir reklam var. Gerard Tho- mas Galler milli takımının oyun- cusu, adam gay olduğunu itiraf etmek istiyor ama bir türlü itiraf edemiyor. Sonunda gidip koçuy- la konuşuyor. Koçu da zaten ben biliyordum deyince bütün takım adama sahip çıkıyor. Guinness bu hikayeyi alıp bir reklama taşıyor. Ürün hiçbir yerde görünmüyor en sonunda Guinness ‘Never Alone’ diye bitiyor. Şimdi bunu herhangi bir araştırmaya koysak eski bakış açısıyla markalaştırma yok falan gibi şeyler görebiliriz ama araştır- malara bakarsak bu içerik müthiş bir şekilde paylaşılmış ve herkes de bunun Guinness olduğunu hatırlı- yor. Yani Nöro, markalaşma yanlış kullanıldığı zaman yanlış sonuçla- ra varabilir. Reklamcının sezgile- rini unutmaması gerekiyor. İnsan- ların da reklam veren tarafından reklamcı sezgisine güvenmesi ge- rekiyor. Ne kadar çok sonuç alsak da yine de o sezgilere ihtiyacımız var. A: Sitenizde sarı üstüne siyah kul- lanmanızın herhangi bir nedeni var mı? Valla hiçbir fikrim yok. Eski orta- ğım “Ben kurumsal kimliği yapa- cağım.” dedi. Sarı siyah ve futura kullandı; benim de hoşuma gitti. Sarı olmasının şöyle bir faydası var: slaytlara koyulacak içerik açısın- dan çok elverişli bir ortam sunuyor. Bir de sarı enerjik geldi bana. Yok- sa çok üzerinde düşünmedim. Ku- rumsal kimlik işleri yaparken çok tasarım işi yapıyoruz, ardından bir sürü hikaye anlatabiliyoruz ama kendi şirketimde böyle olmadı. Eski ortağım yaptı, ben de güzel olmuş dedim. A: Sunumunuzda duygusal zeka- nın reklamda ne kadar önemli ol- duğundan bahsettiniz. Sektörde bizim ürettiğimiz şeylerle duygu- sal zekamızı harmanladığımız za- man daha iyi işler mi ortaya çıkar, bu bizi daha mı başarılı bir yola gö- türür? Tabii ki. Duygusal zeka ajansta ha- yatta kalmak için önemlidir. Ame- rika’daki en başarılı şirketlerden bir tanesi San Francisco’daki ‘Hug Me’ adında bir şirket. İnsanların yalnız kaldığını, yeteri kadar oksitosin sal- gılamadığını görüp, gidip sadece in- sanları kucaklamak üzerine rande- vuyla kucaklayarak para kazanan bir şirket. Bu da duygusal zeka işi yine. Aysu Serindağ Fotoğraf: Tuğkun Zeroğlu 9