A-2343-Perspective30-IC-email | Page 18

çıkmak için aşağı inen merdiveni, aşağı inmek için de bantlardan kaymayı tercih ettik. Nasıl da unuturum, bir de otomobiller var tabi ki! İlk zamanlar bizde otomobil alınır, aynaya bebek patiği, vitese tespih, koltuğa halı minder ve arka camın önüne de tığ işi karpuz dilimleri koyulurdu. Bu gibi alışkanlıkları nesilden nesilde aktaranlar da var tabi ama şimdilerde biraz daha farklı kulvarlara girdiler; modifiyede çok başarılılar. Mesela o yirmi beş yıllık arabanın altındaki mavi led ışıklar, o egzozdan çıkan ses, o jantlar, o alevli sticker’lar hele hele o korna beni benden alıyor, anlayamazsınız... Peyniri karpuzla, karpuzu yazla... Onlar daha “cruise control” ile tanışmamışken, bizimkiler gaz pedalına tuğla koyarak ilk sinyalleri vermişlerdi. 29 korkusuyla bir süre merdivenle yoluna devam etti sportif Türk insanı. Ama zamanla sevmeye başladılar. O kadar sevdiler ki, beklerken sabredemedikleri için çağırma düğmesine bir basış yetmedi, onlarca kere art arda bastılar. Öyle fenêtre • Yaz • 2014 • Sayı 5 basınca daha çabuk geliyordu çünkü. Aynı soydan gelen bir de yürüyen merdivenler var. O daha çabuk benimsendi ve biz Türkler yine farkımızı ortaya koyup, aksiyon olsun diye zoru tercih ederek; yukarı Öyle şeyler var ki, başka gezegende bile görseniz Türk işi olduğunu anlarsınız. İmkânı yok başka bir millete ait olamaz. Biraz da onlardan bahsedelim. Bir Türk her zaman açlığa hazırlıklıdır. Uçak, otobüs, tren fark etmez; karın acıkınca o lahmacunlar çantadan çıkarılır, yan koltuğa da ısrarla ikram edilerek, ölümü gör, diye diye yenir ve yedirilir. Ardından bir ritüel olarak kullanılan kolonya, şimdilerde yerini ıslak mendile bırakmıştır. Baş tacı edilen o ıslak mendil çıkarılır, ağız, el cam, koltuk kenarı ve en son da ayakkabılar itinayla temizlenir. Biz Türkler çok da yardımseverizdir. Biri yol sorduysa o yol illa ki tarif edilir. Önemli olan doğru olup olmaması değil, yol sorana gidecek bir güzergâh belirlenmesidir. Hele bir de gariban bir turist kaybolmuşsa, vay haline. Yurdum insanı önce müthiş İngilizcesiyle iletişime geçmeye çalışır. Karşılık alamayınca, turistin İngilizce bilmediğine karar verip Türkçe devam eder. Kelimeleri tane tane, heceleyerek ve bağırarak söyler ki karşısındaki turist anlasın. Misafirperverliğimize ise söylenecek laf yok. Misafir çağırılır, layığıyla ağırlanır, tam gidecekken kapıda bir muhabbet başlar ki, durdurabilene aşkolsun. Bütün ak