A-2343-Perspective30-IC-email | Page 57

Herkes kendince, kendiyle, kendi için yaşar oldu. hatırlardı herkes. Ne yazık ki geçmiş zaman eklerine tıkılıp kaldı o eski günler. Paylaşılan yoğun duygular kalmadı koşuşturmakla geçen hayatlarımızda. Böylece, insanların ne mutlu olmaya ne de üzülmeye vakit bulamadığı bir dünyada, paylaşmanın ne demek olduğu da zamanla unutuldu. Herkes kendince, kendiyle, kendi için yaşar oldu. Max Weber, bundan yüzyıllar önce, modern insanın ortaya çıkışı ile yaşamın büyüsünün bozulacağından bahsetmiş. Ne kadar da haklıymış. Dünya modernleştikçe hayat anlamsızlaşıyor. Küçük mutlulukları, bu deli kargaşada kendine yer arayan mink güzellikleri; bir çocuğun yüzündeki masum gülümsemeyi, bir dedenin gözündeki yaşam pırıltısını, kışın ortasında çıplak ayaklarıyla yollarda koşan çocuğun yalansız neşesini kaçırıyoruz. Parlak ekranlardan başka hiçbir şeye bakmıyoruz, her şey mekanik, her şey rutin. Hayallerimiz elektronikleşmiş, piksel piksel olmuş ruhumuz. Böyle bir bünyede akıl sağlığımızın mevcudiyetini korumakta zorlanmasına da hak vermek gerekir. Hayata anlam katan, ruhumuza huzur veren bütün değerler yok olup giderken aklımızın başımızda kalması mümkün mü? Hızlanan dünya aklımızı başımızdan alırken hayatımıza giren kavramların en başında tahmin edebileceğiniz üzere, “stres” geliyor. Bu stres insan sağlığı için o kadar büyük bir tehdit ki; saç dökülmesinden yüksek tansiyona kadar birçok fizyolojik sıkıntıyı beraberinde getirdiği kadar, ruh sağlığımıza olumsuz etkileri olduğu da su götürmez bir gerçek. İşin en üzücü tarafı da stresin daha çocuk denecek yaşta başlaması. Hayatımız boyuca kurtulamadığımız sınavlar o kadar erken yaşta başlıyor ki, alacağı notla geleceğinin şekilleneceğini fark eden çocuklar, bir beklenti içerisine girdikleri için daha küçücükken stres yükünü omuzlarına almış oluyorlar. Düşe kalka bir şekilde eğitim hayatı bitse bile, kurtulmak ne mümkün: iş hayatı başlıyor. Evden işe işten eve, yoğun çalışma saatleri, hafta sonu mesaileri, zam derdi derken stresin başa çıkılamaz bir hal almasıyla depresyon başlıyor ve gittikçe karanlıklaşıyor hayatlar… Peki çok mu zor hayatımıza sahip çıkmak? Akıl sağlığımızı korumak çok mu zor? Hayır, insan isterse hiçbir şey zor değildir. Biz görmek istedikten sonra Karşılaştığımız bütün zorluklara rağmen şu hayatta bir yerimiz olduğunu ve yalnız olmadığımızı fark edeceğiz. hayatta görülmeye değer o kadar güzel şeyler var ki. Azıcık yavaşlasak, neler kaçırdığımızı fark edeceğiz. Kafamızı o parlak ekranlardan kaldırıp etrafa bakmayı başarabilsek, yolda yürürken kulaklıklarımızı çıkarıp biraz etrafı dinlesek, yaşadığımızı yeniden hatırlayacağız. Zihnimiz aydınlanacak, mutlu olmayı, paylaşmayı hatırlayacağız. En başta da “hayatı paylaşmayı” hatırlayacağız. Karşılaştığımız bütün zorluklara rağmen şu hayatta bir yerimiz olduğunu ve yalnız olmadığımızı fark edeceğiz. O zaman strese göğüs germek de kolaylaşacak ve hayatın karartılamayacak kadar parlak ışıkları olduğunu göreceğiz. Yeter ki koşmayalım, yeter ki hayatı sin- Hayallerimiz elektronikleşmiş, piksel piksel olmuş ruhumuz. dire sindire yaşayalım. O zaman minik çocuğun yüzündeki gülümsemeyi de, dedenin gözündeki parıltıyı da sokakta yaşayan çıplak ayaklı çocuğun her şeye inat koruduğu neşesini de göreceğiz. Ve işte o zaman, hayat yeniden anlam kazanacak. P 57