:
İ
olmuştu. İngilizler’in gösterdiği
ekonomik üstünlük bu dönemde kendini iyiden iyiye belli etmeye başlarken öte yandan elde
edilen teknik ve askerî ilerlemeler İngiltere’nin küresel
platformda elinde bulundurduğu en önemli
kozlar haline gelmişti.
Başarılı
girişimcilik
anlayışı bu devlete yadsınamaz bir üstünlük
vermekle kalmamış, aynı
zamanda yurttaşlarına özgüven ve kibirli bir yurtseverlikle harmanlanmış
bir üstünlük duygusu da
kazandırmıştı. Ekonominin olgunluk çağına ulaşmasıyla da her
şey İngiliz üstünlüğünün daha da artmasına yardımcı olmaya başlamıştı adeta. 1851’de Londra’da açılan büyük sergide (The Great Exhibition) dünyanın
her yanından gelen ürünlerin sergilenmesiyle şehrin ilk metropolitan oluşu,
hali hazırda süregelen sanayi devriminin
de etkisiyle halkın zenginleşmesinin ve
yüksek refah düzeyinin açıklayıcısıydı.
1832’den itibaren uzunca bir süre boyunca, aristokrat İngiltere’nin yerini
burjuva İngiltere’nin aldığı söylendi.
Aslında Victoria İngilteresi, hem sosyoekonomik ve politik bakımdan, hem de
zihniyet açısından aristokrat bir ülke
olarak kalmıştı. Ancak güçler dengesinin orta sınıf lehine ve toprak sahipleri aleyhine yavaş ve sessiz bir değişim
geçirdiği de ortadaydı. Öte yandan, bu
toprak sahipleri de kendi aralarında ikiye ayrılıyordu. Bu çapraşık sosyal yapılaşmanın merkezini oluşturan orta sınıf,
bitmek bilmeyen bir dinamizmle gelişmeye ve ele geçirdiği üstünlüğü artırmaya devam etmişti.
Nüfusun yaklaşık %20’sine
tekabül eden bu sınıf, bünyesinde barındırdığı farklı mertebelerden bireylerle, Victoria
Devri’nin emek, saygınlık ve
erdem gibi ideallerinin somut
bir örneğiydi. Halk kitleleri,
yani “aşağı sınıflar”, nüfusun
çoğunluğunu oluşturuyordu.
Benjamin Disraeli, “Sybil, or
The Two Nations” adlı eserinin bir bölümünde İngiltere’yi
iki ulus arasında bölünmüş bir ülke
olarak tasvir eder: Zenginler ve
fakirler. Aslında Disraeli’nin çağdaşları da toplumu ikiye ayırma
eğilimindeydiler. Bir yanda imtiyazlıların oligarşisi, öte yanda
“nasırlı elleri” ve “kötü
traşlı yüzleri” ile tehlikeli halk yığınları...
İmâlâthane bölgelerinde çalışan işçilerin içinde bulundukları ağır koşullar ve toplumda hüküm
süren sıkı disiplin, Victoria
Devri’nden ironik bir kesit sunuyordu gözler önüne. Yine
de bu sıkı disiplindi Lewis
Carroll’a “Alice in Wonderland”i
yazdıran. Öyle ki, eser fantastik bir çocuk masalı gibi görünse de, esasında
bireye nefes aldırmayan sıkı İngiliz disiplinini ve İngiliz aristokrasisini eleştiriyordu. Bir bütün olarak ele alındığında
Victoria devri edebiyatı, roman türünün
İngiliz edebiyatında başköşeyi kazandığı
çağ olmuştu. Neredeyse bütün Victoria
Devri yazarlarının buluştuğu ortak payda, “yüksek zümreyi hoşnut etmek için
yazmak” algısını terk etmek ve “okumayı seven orta sınıfın taleplerine uygun
biçimde yazmak” şeklinde değişm