A-2343-Perspective30-IC-email 2015 | Page 66

66 gibi bir çizgi film tutkununun eğlence trenleri, hayranı olduğu Disney karakterleri ve rengarenk bu dünyadan beslenmemesi işten bile değildi. Okula dönmesiyle ilhamını kağıda dökmesi bir oldu. CalArts’ta iki film tasarlayan Lasseter’ın ilk filminin adı, “Lady and the Lamp” ve kırılan ampulünü yanlışlıkla bir şişe cin ile değiştiren lambanın hikayesini anlatıyordu. Filmden sonra Lasseter’ın şöyle düşünmediğini hangimiz söyleyebilir ki: Lamba mı... Belki ileride de kullanabilirim. İkinci filmi “Nitemare” ise uyumak için ışıkları söndürdüğünde odasını canavarların ele geçirdiği bir çocuğu konu alıyordu. Size de bir yerden tanıdık gelmedi mi? Adam olacak çocuk dedikleri… Bu iki filmiyle sayısız takdirin ve birçok ödülün sahibi olan Lasseter için animasyon dünyasının spotlarını üzerine çevirme zamanı gelmişti. Hayallerini biriktirmeye devam ediyordu; önce ilham veren bir kitap, ardından unutulmaz bir okul hayatı ve şimdi de uzun süredir beklediği yerdeydi: Walt Disney Stüdyoları. Walt Disney Stüdyoları, Burbank, CA, 1979 Bu yeni dünyada yol almaya başlayan Lasseter’ı ilk karşılayanlar arasında, stüdyoda ondan birkaç yıl daha eski olan animatör Glen Keane yer alıyordu. John’un animasyon tutkusu sayesinde kısa sürede kusursuz bir uyumla çalışmaya başlayan ikilinin ilk işleri, 1981 yılındaki “The Fox and the Hound” oldu. Çizmekten ve bunu sahnelemekten aldıkları keyif tartışılmazdı ancak açık olan bir şey vardı: maddiyat hayal gücünü dahi sınırlayabiliyordu. Çok katmanlı bazı sahne çizimleri teoride her ne kadar mümkün olsa da iş pratiğe geldiğinde animatörlerin zihinlerindekileri beyazperdeye yansıtabilmenin bedeli ağır oluyordu; aşılan bütçeler, kısıtlanan çizgiler ve sonuç; hüsran. Ta ki bu durağan döngüden sıkılan birkaç stüdyo çalışanı son sözü söyleyene dek: Tron. Eğer işiniz animasyonsa